Manası kara taştır. cennette nur gibi ve bembeyaz iken dünyaya gelince insanların günahları tarafından karardığı rivayet edilir. bu yüzden bu isim verilmişitir
hz. muhammet(s.a.v.) tarafından kabe'nin yeniden inşasından sora yerine konulan, kutsal taş.
Aslında kutsal bir taş değildir. dünyaya düşen ufak bir meteordur. insanlar yukarıdan geldiği için cennetten inen taş demişler. Tanrılar gökte olduğu için meteor gökten geldiğine göre kutsal saymışlardır. Putperest inançın islama girmiş şeklidir. Diğer putperest, pagan ilkel inançlar; şeytan taşlama, namaz kılmak, kabede tavaf, oruç, sünnet, kurban... Hepsi islamda var.
Kuran'daki pagan ayetlerden bazıları
Mülk-5. ayet
" Andolsun ki biz, dünyaya en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış tanesi yaptık ve ahirette onlara alevli ateş azabını hazırladık "
Halk arasında yıldız kayması olarak bilinir. Meteorların atmosfere girince sürtünerek yanması, Kuran'da şeytanlara fırlatılan taneler olarak ifade ediliyor.
Saffat 8.ayet“Onlar, artık yüce topluluğa kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak meleklerin konuşmalarından bir söz kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak ışık takip eder.”
9.“Doğrusu biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk. Halbuki, (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor.”
10.“Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür.” Ve “Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır. Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk.
31 Ekim 2009 Cumartesi
28 Ekim 2009 Çarşamba
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ ?
- Ulkemizde, Din görevlisi memur sayısının 87.000 oldugunu, Eğitim SEN'e göre 200 bin, Hükümete göre 96 bin öğretmen açığı oldugunu!
- Doktor sayısının 77.344 oldugunu,
- Her 870 kişiye 1 doktor düştügünü,
- Ulkemizde Cami sayısının 77.000 , Okul sayısının 67.000 oldugunu, Hastane sayısının 1220 oldugunu,
- Her 345 kişiye bir cami, 60 bin kişiye bir hastane düştügünü. Sağlık Ocağı sayısının 6300 olduugunu (Alt yapıdan yoksun, çoğunda hekim yok),
- İnşaatı devam 1140 cami oldugunu
- Türkiye'de hastanelerde sadece 189 bin yatak kapasitesi bulunurken, aynı anda 26 milyon kişinin camilerde namaz kılmasının mümkün olduğunu.
- Buna rağmen önümüzdeki 1-2 yıl içerisinde yeni yapılması gereken sağlık kuruluşu/hastane sayısı 30-40 arası ifade edilirken, inşaatı sürmekte olan cami sayısının 1340'a ulaştığını.[1]
- Türkiye'de her 345 kişiye bir cami düşerken, 60 bin kişiye bir hastane düştügünü.[2]
- Almanya'da 70 bin Sağlık Kuruluşuna karşı sadece 8 bin kilise, Fransa'da ise 60 bin sağlık kuruluşu ve sadece 9 bin kilise
oldugunu.
-Almanya'da 11 bin 332, Fransa'da 4 bin kütüphane varken, 70 milyon nüfusu olan Türkiye'de bu sayının sadece 1435 oldugunu.
- Turkiye'de sadece 13 ilde Devlet Tiyatrosu oldugunu,
- Diyanete bağlı Kuran Kursu sayısının ise 82 ilde mevcut olup sayısının, 3 bin 852 oldugunu,
- Ankara Ticaret Odası'nın (ATO) yaptığı araştırmaya göre, 14.403 tane cami yaptırma derneğinin bulunduğu, Türkiye'de, maalesef sadece 1 opera, 11 bale, 10 heykel, 18 resim, 18 sinema, 38 tiyatro derneği bulundugunu.[3] Bu durumda , geleceğin nerede arandığını?
- Türkiye'de 14.403 Cami yaptırma ve kuran kursu derneği varken, " Dini faaliyetleri kontrol - altında tutmak icin kurulan " Diyanet İşleri Başkanlığı'na ne gerek oldugunu !
- Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 1997 yılında 66 trilyon olan bütçesinin, 2006 yılında 1.2 katrilyona çıktıgını.
- 8 Bakanlığın bütçesinin, Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan daha az oldugunu.
Dört bakanlığın toplam bütçesi Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine eşit oldugunu
- 22 Üniversitenin toplam bütçesi Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine eşit olduğunu.
DİB Bütçe'sini yıllar itibariyle dokümünün:
1997 66 Trilyon 751 Milyar 962 Milyon
1998 119 Trilyon 679 Milyar 140 milyon
1999 180 Trilyon 824 Milyar 159 Milyon
2000 270 Trilyon 362 Milyar 931 Milyon
2001 302 Trilyon 130 Miyar 110 Milyon
2002 553 Trilyon 364 Milyar 200 Milyon
2003 771 Trilyon 267 milyar
2004 1 Katrilyon 126 milyon 41 bin
2005 1 katrilyon 122 trilyon 41 milyar lira
2006 1.209.692.000 YTL
2007 1.176.969.000 YTL
2008 1.221.605.000 YTL oldugunu,
DİĞER BAKANLIKLARLA BÜTÇE KARŞILAŞTIRMASININ
Diyanet İşleri Başkanlığı 1.122.203.000
IÇİŞLERİ BAKANLIĞI 783.047.000
DIŞİŞLERi BAKANLIĞI 562.643.000
BAYINDIRLIK VE iSKAN BAKANLIĞI 677.219.000
ULAŞTIRMA BAKANLIĞI 687.265.000
SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI 280.095.000
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAK. 249.296.000
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI 632.417.000
ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI 404.396.000
OLDUGUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?
ULKEMIZDE , BAZI SİYASİLER, ÇAREYİ EĞİTİMLİ VE SAĞLIKLI TOPLUM YARATMADA DEĞİL, DİYANET VE CAMİDE ARAMIŞTIR DERSEK, YANLIS BİR SAPTAMA YAPMIS OLUR MUYUZ ACABA.??
Kaynaklar;
1] Devlet İstatistik Enstitüsü verileri,
http://www.die.gov.tr/tkba/istatistikler.htm
Eğitim Sen, Eylül 2004
Eğitimin Sorunları Raporu,
Sabah Gazetesi, 15.06.2004, Fatih ERTÜRK'ün haberi.
[2] Sabah Gazetesi, 15.06.2004, Fatih ERTÜRK
[3] Ankara Ticaret Odası'nın "AB Kapısında Sivil Toplum Dosyası" konulu araştırma dosya
- Ulkemizde, Din görevlisi memur sayısının 87.000 oldugunu, Eğitim SEN'e göre 200 bin, Hükümete göre 96 bin öğretmen açığı oldugunu!
- Doktor sayısının 77.344 oldugunu,
- Her 870 kişiye 1 doktor düştügünü,
- Ulkemizde Cami sayısının 77.000 , Okul sayısının 67.000 oldugunu, Hastane sayısının 1220 oldugunu,
- Her 345 kişiye bir cami, 60 bin kişiye bir hastane düştügünü. Sağlık Ocağı sayısının 6300 olduugunu (Alt yapıdan yoksun, çoğunda hekim yok),
- İnşaatı devam 1140 cami oldugunu
- Türkiye'de hastanelerde sadece 189 bin yatak kapasitesi bulunurken, aynı anda 26 milyon kişinin camilerde namaz kılmasının mümkün olduğunu.
- Buna rağmen önümüzdeki 1-2 yıl içerisinde yeni yapılması gereken sağlık kuruluşu/hastane sayısı 30-40 arası ifade edilirken, inşaatı sürmekte olan cami sayısının 1340'a ulaştığını.[1]
- Türkiye'de her 345 kişiye bir cami düşerken, 60 bin kişiye bir hastane düştügünü.[2]
- Almanya'da 70 bin Sağlık Kuruluşuna karşı sadece 8 bin kilise, Fransa'da ise 60 bin sağlık kuruluşu ve sadece 9 bin kilise
oldugunu.
-Almanya'da 11 bin 332, Fransa'da 4 bin kütüphane varken, 70 milyon nüfusu olan Türkiye'de bu sayının sadece 1435 oldugunu.
- Turkiye'de sadece 13 ilde Devlet Tiyatrosu oldugunu,
- Diyanete bağlı Kuran Kursu sayısının ise 82 ilde mevcut olup sayısının, 3 bin 852 oldugunu,
- Ankara Ticaret Odası'nın (ATO) yaptığı araştırmaya göre, 14.403 tane cami yaptırma derneğinin bulunduğu, Türkiye'de, maalesef sadece 1 opera, 11 bale, 10 heykel, 18 resim, 18 sinema, 38 tiyatro derneği bulundugunu.[3] Bu durumda , geleceğin nerede arandığını?
- Türkiye'de 14.403 Cami yaptırma ve kuran kursu derneği varken, " Dini faaliyetleri kontrol - altında tutmak icin kurulan " Diyanet İşleri Başkanlığı'na ne gerek oldugunu !
- Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 1997 yılında 66 trilyon olan bütçesinin, 2006 yılında 1.2 katrilyona çıktıgını.
- 8 Bakanlığın bütçesinin, Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan daha az oldugunu.
Dört bakanlığın toplam bütçesi Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine eşit oldugunu
- 22 Üniversitenin toplam bütçesi Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine eşit olduğunu.
DİB Bütçe'sini yıllar itibariyle dokümünün:
1997 66 Trilyon 751 Milyar 962 Milyon
1998 119 Trilyon 679 Milyar 140 milyon
1999 180 Trilyon 824 Milyar 159 Milyon
2000 270 Trilyon 362 Milyar 931 Milyon
2001 302 Trilyon 130 Miyar 110 Milyon
2002 553 Trilyon 364 Milyar 200 Milyon
2003 771 Trilyon 267 milyar
2004 1 Katrilyon 126 milyon 41 bin
2005 1 katrilyon 122 trilyon 41 milyar lira
2006 1.209.692.000 YTL
2007 1.176.969.000 YTL
2008 1.221.605.000 YTL oldugunu,
DİĞER BAKANLIKLARLA BÜTÇE KARŞILAŞTIRMASININ
Diyanet İşleri Başkanlığı 1.122.203.000
IÇİŞLERİ BAKANLIĞI 783.047.000
DIŞİŞLERi BAKANLIĞI 562.643.000
BAYINDIRLIK VE iSKAN BAKANLIĞI 677.219.000
ULAŞTIRMA BAKANLIĞI 687.265.000
SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI 280.095.000
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAK. 249.296.000
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI 632.417.000
ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI 404.396.000
OLDUGUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?
ULKEMIZDE , BAZI SİYASİLER, ÇAREYİ EĞİTİMLİ VE SAĞLIKLI TOPLUM YARATMADA DEĞİL, DİYANET VE CAMİDE ARAMIŞTIR DERSEK, YANLIS BİR SAPTAMA YAPMIS OLUR MUYUZ ACABA.??
Kaynaklar;
1] Devlet İstatistik Enstitüsü verileri,
http://www.die.gov.tr/tkba/istatistikler.htm
Eğitim Sen, Eylül 2004
Eğitimin Sorunları Raporu,
Sabah Gazetesi, 15.06.2004, Fatih ERTÜRK'ün haberi.
[2] Sabah Gazetesi, 15.06.2004, Fatih ERTÜRK
[3] Ankara Ticaret Odası'nın "AB Kapısında Sivil Toplum Dosyası" konulu araştırma dosya
Tarihi Zerdüşt (Ateşgah) Tapınağı
Ateşin Azerbaycan ile yakın ilgisi var.
Buraya odlar yurdu, yani ateş ülkesi
deniyor. Azeri kelimesi de ateşe
tapan anlamına geliyor. İşte,
Azerbaycan ve Bakü'deki çok sayıda
görülmeye değer yer arasında en
önemlilerinden biri
de Ateşgah
tapınağı.
Yaklaşık 4.000 yıl
öncesi ateşperestlerin yaşadığı Bakü
civarındaki Surakhanı kasabasındakiAteşgah tapınağı Zerdüştlük için
önemli bir tapınak. Bu tapınak
medresevari yapıda ateşperestlerin
ayinlerini, günahlardan arınmak için
kendilerine işkence çektirdiklerini
simgeleyen, günlük hayatlarını
yansıtan mumyaları, resimleri,
kabartmaları görmek mümkün.
Buraya gelen Zerdüştler, çilehane
olarak adlandırılan odalarda
bedenlerine eziyet vererek
günahlarından arınacaklarına
inanırlarmış (sönmemiş kireç üstüne
yatmak ya da üstüne ağır zincirler
asmak gibi), Odaların bir kısmında
ateş tapınağını görecek biçimde
küçük pencereler var, böylece
inanlar oda içinde oturup ateşi seyrederlermiş.
Ateşin Azerbaycan ile yakın ilgisi var.
Buraya odlar yurdu, yani ateş ülkesi
deniyor. Azeri kelimesi de ateşe
tapan anlamına geliyor. İşte,
Azerbaycan ve Bakü'deki çok sayıda
görülmeye değer yer arasında en
önemlilerinden biri
de Ateşgah
tapınağı.
Yaklaşık 4.000 yıl
öncesi ateşperestlerin yaşadığı Bakü
civarındaki Surakhanı kasabasındakiAteşgah tapınağı Zerdüştlük için
önemli bir tapınak. Bu tapınak
medresevari yapıda ateşperestlerin
ayinlerini, günahlardan arınmak için
kendilerine işkence çektirdiklerini
simgeleyen, günlük hayatlarını
yansıtan mumyaları, resimleri,
kabartmaları görmek mümkün.
Buraya gelen Zerdüştler, çilehane
olarak adlandırılan odalarda
bedenlerine eziyet vererek
günahlarından arınacaklarına
inanırlarmış (sönmemiş kireç üstüne
yatmak ya da üstüne ağır zincirler
asmak gibi), Odaların bir kısmında
ateş tapınağını görecek biçimde
küçük pencereler var, böylece
inanlar oda içinde oturup ateşi seyrederlermiş.
İSLAMİYET’İN KAYNAKLARI
Müslümanlar İslam dininin her ne kadar Muhammed’le birlikte başladığını düşünseler de bu yanlış bir düşünce olup İslam dini tamamen diğer din ve inançların karışımından oluşan bir dindir.
İslam dininin temel kaynağı Tevrat ve Muhammed’in iş seyahatlerinde öğrendikleri bilgilerle birlikte Yunanlı ve İranlı kölesinden öğrendiği yarı doğru yarı yanlış bilgilerden oluşmaktadır.
Arapçada birçok Sanskritçe kelime bulunmakta ve Hindu inancının etkileri Müslüman ibadet ve ritüellerinde görülmektedir.
Yahudi inanç sistemi Eski Mısırdan gelen Yahudilerin Eski Mısır’dan öğrendikleri tek tanrılı din inancı ile birlikte daha sonra Babilonya sürgününde öğrendikleri Zerdüşt inancının karışımını oluşturmaktadır. Kral Tanrı’nın karşısına Kral Şeytan’ı koyan Zerdüştlük dinidir. Bu inanç daha sonra Hıristiyanlığa ve İslamiyet’e geçmiştir. Melek, Şeytan inancı Zerdüştlükten üç büyük dine girmiştir.
İslam dinini oluşturan temel kaynakları sayacak olursak şöyle sıralayabiliriz.
1- Tevrat
2- Eski Babilonya inançları(sabilik-güneşe tapımcılık)
3- Hint kültürü ve ibadetleri.
4- Hıristiyan inançları (İsa’nın yeniden Dünya’ya döneceğine inanmak ve Saint (evliya) inancı gibi.
Zerdüştlük dinin peygamberi Zertüşt adında yaşayıp yaşamadığı bile tam bilinmeyen bir kişidir ve Tanrısının ismi Ahura Mazda’dır kitabının ismi Avesta’dır.
Muhammed bir çok dinsel adı Arapçaymış gibi kitabına sokmuştur bunların bazıları şunlardır.
Namaz:Namaste: Sanskritçede(Eski Hint dili) Anlamı ‘’selam’’ Namaskara:’Güneşe selam’’demektir. Namaz kelimesi Arapça bir kelime değildir. Namaz eski Mısırda Yahudilikte ve Hıristiyan dininde yoktur. Namaz ve secdeli ibadetler Güneşe tapanlarda, Budistlerde ve Müslümanlarda görülen ibadet türüdür. İslam ibadetlerinde Hint, sabii(güneşe gök cisimlerine tapanlarda) ki ibadetlerin yansımaları görülmektedir. İslam alimleri her ne kadar Namaza benzer ibadetleri yapan kişilerin diğer hak dinlerin dejenere olmuş dinlerin uzantısı olduğunu iddia etseler de, bunun gerçekle örtüşür bir yanı yoktur. Namaz benzeri ibadetler tamamen ‘’putperest’’inançlarında görülmektedir.
Altta namaskara videoları.
http://www.yasaktube.net/video+izle.php?tag=namaskara&type=tag&video_id=9Lwi1zGqkdA
Abdest:Putperestlerden kalan bir ritüeldir. Sâbiîlerin hepsi de üç vakit namaz kılar, cünüplükteıı ve Ölülere temas etmekten dolayı gusül abdesti alırlardı. Deve, domuz ve köpek eti yemeyi haram sayarlardı. Kuşlardan da pençeli olanları ve güvercini yemezlerdi. Alkollü içkiden ve sünnet olmaktan men edilmişlerdi. Veli ve şahit¬lerin huzurunda evlenir, ancak hakim huzurunda boşanırlar, birden fazla hanımla evlenmezlerdi.
Kabe:M.Ö 8. yüzyılda inşa edilmiştir. Her ne kadar İbrahim adlı peygamberin inşa ettiğinden bahsedilsede, İbrahim adlı bir peygamberin yaşayıp yaşamadığı belli değildir. Güneş mabedleri kare şeklinde yapılır. Kabede kare şeklinde olup güneş tanrıçasının mabedidir, Erkek hacılar günümüzde bile güneş tanrıçasının mabedinde tavaf yaparken vücutlarının bir kısımını açık bırakırlar. Bu tanrıçaya kendilerini sunmak anlamındadır ki Muhammed’den önce putperestler bu tavafı çırılçıplak yapmaktaydılar. Sâbiîler tarafından aklî ruhanî cevherlerin isimlerine ve semavi geze¬genlerin şekillerine göre inşa edilmiş mabetler şunlardır:
İllet-İ Ula mabedi, Akıl mabedi, Siyaset mabedi, Suret mabedi ve Nefs mabedi. Bunlar daire şeklindedir. Gezegenler için belirlenen mabet şekilleri ise şöyledir:
Zuhal mabedi altıgen, Müşteri mabedi üçgen, Merih mabedi dikdört¬gen, Güneş mabedi kare, Zühre mabedi kare içinde üçgen, Utarit mabedi içinde dikdörtgen bulunan bir üçgen ve Ay mabedi sekizgendir.
(Arabistan’ın bir çok bölgesinde Kabe’ye benzer tapınaklar bulunuyordu)
Put tapınaklarının bir diğer örneği Manucehr tarafından Belli şehrinde Ay adına inşa edilmiş Nûbihar tapınağıdır. İslâm ortaya çıkınca Belli halkı bunu yıkmıştır. Yemen'in San'a şehrinde bulunan Gummedân tapınağı da Zühre adına Dahhâk tarafından inşa edilmiş bir tapınaktı. Bu tapınak Osman b. AfBn (radıyal-lahu anlı) tarafından yıktırılmıştır. Bir diğer tapınak Kral Kâvus tarafından Fergana şehrinde Güneş adına inşa ettirilmiş olan Kâvsân tapınağı olup Halife el-Mutasım tarafından yıktırılmıştır.
Hac ve kurban kesmek putperest inancından İslamiyete geçmiştir: Arapların taptıkları belli başlı putlar şunlardı: Vedd, Suvâ, Yağûs, Ya'ûk, Nesr. Vedd, Kelb kabilesinin putuydu ve Dûmetü'I-Cendel'''de bulunuyordu. Suvâ Hüzeyl kabilesinin putuydu. Kabile mensupları onu hacceder ve önünde kurban keserlerdi. Yağûs Müzhic ve bazı Yemen kabi¬lelerinin putuydu. Ya'ûk Hemcdan''da bulunan bir puttu. Ncsr Zü''1-Kilâ' kabilesinin putuydu ve Hİmyerde bulunurdu. Lât, Sakîf kabilesinin putu olarak Taifte bulunurdu. Uzzâ, Kureyş, Benî Kinâne ve Benî Süleym'den bazı aşiretlerin putuydu. Menât Evs, Hazrec ve Gassân kabilelerinin putuy¬du. Hübel ise bütün Araplar için en yüce put olarak bilinir ve Kabe'de dururdu. İsaf ve Naile putları, Amr b. Luhay tarafından konuldukları Safa ve Merve tepelerinde dururdu. Kurbanlar, bu iki putun önünde Kabe'ye dönük olarak kesilirdi. Bu İkisinin Cürhüm'den İsaf b. Amr ve Naile b. Sehl oldukları, birbirlerine aşık olan bu ikilinin Kabe'de işledikleri günah sebebiyle taş kesildikleri söylenirdi. Bir diğer rivayet ise, böyle olmayıp Amr b. Luhay tarafından getirilip Safa'ya yerleştirildikleri yönündedir.
Bahanelerden Benî Milkan kabilesinin Sa'''d isimli bir putu vardı. Biri-sİ bu put hakkında şöyle demiştir:
Sa''d''e vardık, işimizi düzeltsin diye Dağıttı bizi Sa<<<<<<<<<<<<<%>>>>>>>>>>>>> Artık Sa}d3dan değiliz biz. Sa~d dediğin bir kayadan, bir oyuktan başka nedir ki? Ne zarar verir, ne yarar getirir.
Araplar telbiye ve tehlil ettikleri zaman şöyle derlerdi:
‘’Lebbeyk Allahümme lebbeyk Lebbeyk la şerike lek İllâ şerikün hüve lek vem’’
Araplardan Yahudiliğe, Hıristiyanlığa ve Sâbiîliğe meyledenler de bulunuyordu. Bir kısmı nev3 denilen yıldız gruplarına inanırlar; buna müneccimlerin gökcisimlerine inandıkları gibi kuvvetle bağlanırlardı, Öyle ki hareket ve sükunlarında, gidip gelmelerinde hep bu neVlerc göre iş görürlerdi. "Yağmurumuz şu nev3 sayesinde yağdı." derlerdi. (Taberî, Tef¬sir, n/661; Kurmbî, el-Câmi, 13/57; Müsned, 1/89,108) Kimisi de meleklere ve cin¬lere tapar, bunların Allah'''ın kızları olduğunu İleri sürerlerdi. Allah bütün bunlardan münezzehtir.
Hanif: Batıla inanmışlıktan ya da kötülüğe kapılmışlıktan
kurtularak, Hak''''ka, doğru olana, Allah'''ın fıtratına kavuşmak gibi anlamlara geldiği söylenir. Bununla
beraber Mas'''udi gibi kaynaklar, bu sözcüğün Süryanice "hanifa" sözcüğünün Arapçalaştırılmış şekli
olduğunu öne sürerler.( Bu konuda bkz. Turan Dursun, age c 5)
İbrahim kimdir: İbrahim Yahudi ırkının babası olarak kabul
edildiği halde, Muhammed onu "hanif, "müslim" olarak Müslümanların isim babası saymıştır. Ancak,
ne var ki, tarihi verilere göre "İbrahim" diye bir kimse yok. Tevrat''''ı hazırlayanlar, eski Hint
efsanelerinden yararlanarak kendi kafalarından İbrahim'''i yaratmışlardır. Nitekim, Tevrat''a göre,
İbrahim''in ilk adı "Abram1''dır. Bu ad, Hint dilindeki "Brama"dan gelir. Hintlilerin "Yaratıcı" diye
bildikleri şeydir. Hintçe kökeni "Parabrahm" iken Farsçaya "Ahriman" olarak girmiştir ki, "Kötülük
Tanrısı" (ya da "Karanlıklar diyarının hükümdarı" anlamındadır. Babilonya esatirinde (mitolojisinde)
ise, "Abarama" şekline sokulmuştur ki, "çiftçi" anlamındadır. Kitabı Mukaddes yorumcularının
uydurmasına göre, güya bu çiftçinin ahfadından biri ilk "tek Tanrı" fikrine sahip olarak Haran''a ve
oradan da Ken''an denen yere gitmiş ve İbranice "Abraham" olarak tanınmıştır. Fakat, her ne olursa
olsun gerçek anlamda İbrahim diye tarihi bir şahsiyetten söz etmek mümkün değil: gerek Tevrat''ta ve
gerek Kur''an''''da adı geçen "İbrahim", eski çağların esatirinden esinlenmiş bir şey.(Bu konuda pek çok
yapıt var. Geniş bilgi için bkz. Lloyd M. Graham, Deceptions and Myths of the Bibler, Is the Holy
Bible Holy? Is it The Word of God?, New York, 1979, s.110 vd.
Gusül abdesti: Câhiliye Arapları cünüplükten dolayı gusül abdesti alır ve ölülerini gömmeden önce yıkarlardı.(Cahiliye devrinde) el-Efvah el-Evedî bu konuda şöyle bir şiir söylemiştir:
Dikkat edin! Tedavi edin beni ve bilin ki gidiciyim, Ayrılık veya sakınma beni kurtaracak değildir Diyeceğim o ki giysilerim yaramaz bana. Mafsallarım ortaya çıkıp gözler donakaldığında. Getirsinler soğuk bir suyla yıkasınlar bedenimi, Ne zor yıkamadır o ki ardından büyük günahlar gelir.
Araplar ölülerini kefenler ve definden önce dua ederlerdi. Ölü için dua şundan ibaretti: Ölen kişi yatağına taşındıktan sonra evin büyüğü kal¬kar ve onun bütün iyiliklerini sayıp övgülerde bulunurdu. Ardından ölü defnedilir ve "Allah''ın rahmet ve bereketi üzerine olsun!" denirdi.
Zerdüştlük’ten Tevrat’a ve Kur’an’a geçen bazı terimler altta.
Melek: Bu sözcüğün Süryanice biçimi ‘’malaho’’ dur.
Şeytan:. İbranicede ‘’satan’’ yada ‘’haşatan’’ sözcüklerinden bozmadır.
Tağut: Sapkınlık anlamında, gene Süryaniceden bozma ‘’togyuto’’ sözcüğünden bozmadır.
Cebrail ve Mikail: İbranice ve Kenan’cadır. Prof. Dr. Philip K Hitti ‘’Mikael’ in aslında Ken’an Tanrılarından birinin olduğunu yazar.
Adem: A’cemi (İran) sözcüklere özgü kurallara göre okunur. Bu ad Tevrat’ta ve İncilde’de geçer Süryanice karşılığı ‘’Odom’’ dur.
Havva: İbranicede hayatı olan anlamında kullanılır Tevrat’ta geçmektedir.
Salat: Namaz ve dua anlamında kullanılır. Kur’an’dan önceki eserlerde rastlanmaz. Aramice kaynaklıdır. Arami ve Süryanilerde Namaz kılardı.
Kitap: Süryanicede ‘’Ktobo’’ sözcüğünden gelmedir.
Cennet: Süryanicede bahçe anlamına gelen ‘’gentho’’ sözcüğünden bozma olduğu düşünülebilir.
Firdevs: Bir cennet adıdır ‘’paradise’’ İbranice ve Yunanca yoluyla Aramilere geçmiştir. Bahçe ya da üzüm bağı anlamında kullanırılır.
Cehennem: İbranicede ‘’gehinnom’’ kelimesinden gelmektedir. Kötülerin gittiği azap yurdu ‘’gehinno’’ vadiside benzerdir.
Allah: Bu sözcük, İslam öncesi Araplarda vardı ‘’ilah’’sözcüğünden dönüşmüştür. Arami - Süryani dilinde rastlanmaktadır (Alaha)
Kayyum: Allahın sıfatlarından olan Kayyum kelimesi hiç uyumayan anlamındadır. Bu kelime Süryanicede uyumayan anlamındadır.
Üstte gördüğünüz Arapça olmayan kelimelerin Muhammed tarafından Kur’an’a konulduğunu anlıyoruz. Bu nedenden ötürü Muhammed Yahudilik ve Hıristiyanlık inancının kendi Tanrısının ürünü olduğunu İslamiyet’in Yahudilik ve Hıristiyanlığın uzantısı olduğunu iddia etmek zorundaydı çünkü bu kelimeler Ortadoğu dinlerinin terimleriydi ve de bu terimlerle Yahudi ve Hıristiyanları yeni dinine çekmek için iyi birer malzemelerdi. (Çok zeki olmak peygamberlik sıfatlarındandır.)
İSLAM ÖNCESİ AL-İLAH (ALLAH) İNANIŞI
Araplar İslamiyet öncesi dönemde Kabede’ki 360 tane put arasında en yükseği, en güçlüsü olarak ay tanrısını görüyor ve buna Al-ilah (en güçlü ilah) diyor, ellerini iki yana açarak ona dua ediyorlardı. İngiltere’deki British Museum’un Babil Bölümü B kısımında bulunan aşağıdaki heykeller Arap paganlarının bu inancını gösteren önemli bulgulardandır:
Altta dua eden ellerini göbekte bağlayarak ibadet eden Babillilerin heykelleri.
Ay figürü İslam sanat eserlerinde ve yapılarında camilerin üst kısımlarında günümüzde bile bulunmaktadır.
Arapçada ‘’ilah’’ olan Tanrı kelimesi İslamiyet ile beraber ‘’Allah’’a dönüştürüldü. Ay tanrısı Al-ilah erkek kabul ediliyordu ve dişi güneş tanrıçası ile evliydi. Üç kızı vardı. Bunların adları Al-lat, Al-Uzzat ve Al-Menat idi:
Alttaki resim British Museum’dan. İslam öncesi arap inanışlarını çok güzel özetliyor. Solda Allahın kızları Lat, Uzza ve Menat sağdaki erkek figürü ise Allahı simgeliyor. Muhammed şeytan ayetleri denilen olayda önce bu Lat Menat ve Uzza tanrıçaları gaf yaparak övmüş ancak daha sonra pişman olmuş ve o sözleri kendisine şeytanın söylediğini ileri sürmüştü.
Çeşitli Arap kabileleri aslında bu Ay tanrısına değişik adlar veriyorlardı bunlardan bazıları Sin,
Hubal, ve Kureyş’te Al-ilah. Dilbilimciler ‘’Allah’’ kelimesinin ‘’Al-ilah’’ tan türediğini söylerler.
Muhammed, 360 puttan en güçlüsü olan Ay tanrısının ismini alıp tek olduğunu söylüyordu. ‘’Al-ilahtan başka ilah yoktur’’ Muhammed böylece Al- İlahı tek tanrı olarak ilan etti ve diğer putlara tapınmayı yasakladı.
Alttaki ayette Muhammed’in sadece ‘’Ay tarısı al-ilah’ı’’ Tanrı kabul etmesinin kanıtıdır. Bu ayette al-ilah’tan başka Tanrılarında olduğunu bunu putperest Arapların kabul ettiklerinin ve Muhammed’in Tanrılar arasında ayrımcılık yaptığının kesin kanıtıdır!!!
İsra Suresi'nin 42. ayetinde şöyle yazılıdır:
"De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilahlar da bulunsaydı, o takdirde bu ilahlar,arşın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı" (İsra Suresi, ayet 42).
Alttaki ayettende anlaşılıyorki putlar sadece Allaha yaklaşmalarını sağlayan objelerdir.
Putperestler şöyle derdi: "Biz onlara Bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye' kulluk ede¬riz." (Zümer, 39/3) Putlar daha çok gök cisimlerinin simgeleridir.
ibranice ve arapça da bir çok Hintçe kelime mevcuttur hatta suriye de bir çok yer isimi Hindistandaki yerleşim yerleriyle aynı isim altında kullanılmaktadır. Araplar ve yahudilerin asıl vatanı Hindistandır. Genetik araştırmalar sonucu şu sonuca varılmıştırki Arabistan bölgesinde yaşayan insanların dna haritası sonucu bizleri Hindistan, Pakistan bölgesine götürmektedir. Hindistan da Güneşe tapanlar hayla mevcuttur
İslam dini çevre dinlerin karışımı bir dindir Hint, Babil, İsrailiyat kaynaklıdır.
Çok sonraları bir Arap mekkeye babilden bir put getirmiştir adı: sin kureyşteki adı: el ilah daha sonra allah olmuştur kullanış itibarıyla. Allah: Babil tanrısı sin dir Muhammed diğer tanrıları reddedip al ilah ın tek olduğunu söyleyerek peygamberliğini ilan etmiştir.
Alttaki sınır taşı resminde, Babil de Tanrıların kare şeklinde kutularla temsil edildiklerini görebiliriz. Tıpkı Kabe gibi Kabede kare şeklinde bir kutudur ve tanrıları simgelemektedir. Kabede tavaf eden erkek hacılar yarı çıplak tavaf ederler bunun sebebi aslında Tanrıça Ishatar a kendini sunmaktır. Kabenin köşesinde bulunan hacer ül esved kuytusuda Tanrıçanın vajinasını temsil etmektedir. Şeytan taşlama ibadetide aslında müslümanların bildiği gibi değildir Tanrıçaya yapılan bir jesttir, şeytan değilde erkeklik organını temsil eder
Kara kutu Kabe
Kısacası önceleri Hindistan dan gelen insanların kurduğu inanç sistemi ve kabeye tapımcılığa babil inanç etkiside yansımış Muhammed bu durumdan faydalanıp arapları bölmüştür Muhammed in babasının adı abdullah: ay tanrısı el ilaha çok ibadet eden kul, anlamını taşır. Kabe Babil tanrıçası Ishtar (venüs) ıda temsil edebilir. İki seçenek birden yada ikisinin karışımını kabul edebiliriz. Eski cahiliyye döneminde kabe yi tavaf baş traş etme, oruç, namaz gibi ibadetler yapılıyordu Muhammedin Tanrısının yeni emrettiği ritüeller değildi bunlar.
İhramda bir hacı resmi (altta). Camilerde yazın sıcakta bile kısa kollu gömlekle namaz kılmayı mekruh sayan müslümanlar Kabe''''''''''''''''''''''''''''''''de yarı çıplak tavaf yapmaktadırlar. İslam öncesi araplar Kabe tavafını çırılçıplak yaparlardı. İslam dini Arabistan çevresindeki diğer dinlerin uzantısıdır. Çıplak tavaf tanrıça ya bir sunumdur.
Ay Tanrısı EL-İLAH'a(Babildeki adı Sin) İbadet eden bir mümin Babil'li Am
Baküdeki ateş tapınağında el açıp dua eden erkek ve kadınlar.
Altta Babil kralı Nabonidus geleneksel elbise giyer ve büyük olasılıkla bir dini tören sırasında bulunuyor kuraklık sonrası el açarak Tanrılarına dua ediyor.
Yukarıdaki şekiller ilahi sembollerdir Ay Tanrısı sin ve , Venüs gezegeni Tanrıçası Ishtar ve güneş tanrısı Shamash . Ishtar Venüs gezegeni Tanrıçasıdır, bereket, sevgi, savaş, seks Tanrıçasıdır. Diğer Tanrıların fahişesidir çok sayıda aşığı vardır. Ishtar, Inanna ve Yunan tanrıçası Aphrodit e eşittir ve Hindu tanrıçası Kali'ye.
İştar'ın(Ishtar) batı dillerindeki kullanılan karşılığı, 'yıldız' anlamında ''star'(İngilizce), 'Stern' (Almanca)''dır. Eski dönemlerde batıda, haftanın her bir günü, birine ayrılarak Güneş, Ay ve beş yıldıza (bazıları aslında gezegen) tapınılıyordu. ''Saturday' olarak kullanımdaki İngilizce sözcük, Satürn gezegenine adanmıştı.
Tanrıça Ishtar:
Alttaki resimde tanrıça Ishtar’ın duruşu Müslümanların namaza başlarken ellerini yukarıya
kaldırarak ‘’tekbir’’ getirmelerine benziyor.
Şamaş veya Sama, Asur ve Babil'de tapılan Güneş-tanrının Akadca ismi. Sümer mitolojisindeki Utu'nun karşılığıdır.
Babası Sin (Nanna - Ay), ikiz kız kardeşi ise İştar'dır
Şamaş Arapça'ya Şems olarak geçmiştir. Şems güneş demektir. Abdulşems, güneşin kulu anlamında güneşe tapanların aldıkları bir isimdir. Şamaş'ın batı dillerindeki değişmiş şekli Sun (İngilizce), Sonne (Almanca)'dır.
Batıda güneşe tapınılan dönemlerde haftanın bir günü güneşe adanmıştı. Böylece güneş günü anlamında Sunday (İngilizce), Sonntag (Almanca) güneş tapınmasındaki isimlerdendir.
İslamiyet öncesi Arap paganlarının ilginç gelenekleri vardı. Bunlar ramazan dedikleri ayda bir ay oruç tutarlar, Mekke’ye hacca gidip Kabe’nin etrafında yedi kez dönerler ‘’kara taş’’ Hacerül Esvedi öperler ve günde dört veya beş vakit namaz kılarlar, şeytan taşlarlardı. Kabe’nin M.Ö 8. yüzyılda putlar için; yada kare,dikdörtgen yapılar Güneş kültüdür, bu sebeble yapıldığını uzmanlar söylemektedir. Müslümanlar Kabe’yi İbrahim Peygamberin inşa ettiğini daha sonra putperestlerin kabeyi putlarla doldurduklarını belirtirler. Acaba Muhammed’in Tanrısı kendi evinin 1500 sene boyunca putlarla doldurulmasına nasıl müsaade etmiştir? İlginç..
Tüm dinler diğer komşu dinlerden etkilendiği gibi uygarlıkların kültürleri de diğer kültürlerden etkilenmiştir. Eski Babilonyadaki Ay isimlerinden bazıları Arap kültürüne geçmiştir. Buradan çıkaracağımız ders şudur; uygarlıklar diğer kültürlerden bilgi olarak etkilendiği gibi dinsel olarakta etkilenmiştir bunu açık olarak görmekteyiz.
Babillilerin 12 aydan oluşan ve Ay’ı temel alan takvimleri bulunmaktaydı (1 yıl
354 gün). Günü 12 eşit parçaya bölmüşlerdi. 1 saat 60 dakika, 1 dakika
ise 60 saniye olarak kullanılıyordu. 7 günden oluşan hafta kavramını
oluşturdular. Yılın başlangıcı İlkbahar ılımıdır.
Hammurabi döneminde kullanılan ayların isimleri sırasıyla(Alttaki ay isimlerinden bazılarını Araplar ve biz Türklerde kullanırız)
Tebet, Sebut, Adar
Nisan, Iyyar, Sivvan, Tammuz,Ab,Elul, Tisri, Marchesvan, Kislev,
Araplarda 12 aydan oluşan Ay takvimini kullanmaktadır. Ayrıca İslamiyette ibadet saatleri güneşe göre düzenlenmiştir, her istediğiniz zaman Allahınıza secde edemezsiniz, oruç tutamazsınız. Burada dahi Ay ve Güneş kültünün etkisi ortadadır.
Babil tanrıçası ıshtar Hint tanrıçası kali Yunan tanrıçası afrodit aslında hepsi aynıdır hatta eski anadolu tanrıçası kybele bile aynı olabilir ki müslümanların Kabe ye yön tayini için kullandıkları terimin adıda 'kıble'dir. Kybele ve kıble şaşırtıcı bir benzerlik.
Şimdi şöyle bir soru sorabilirsiniz. Muhammed madem Ay tanrısı El ilah ın tek tanrı olduğunu kabul ettiğine göre neden Tanrıça için yapılmış Kabe ye ibadet e devam ettirdi kimse sormadı mı Muhammed devrinde bunun sebebini? Belkide sebebini sordular soranlar münafık ilan edildi. Aslında evliyalık kurumuda yoktu islamiyetin ilk çağlarında Hıristiyanlıktan çok sonra girdi İslam dinine, dinler birbirlerine akrabadır ve inançlı insanlarda mantık pek olmaz. Yada şöyle düşünebiliriz Muhammed zamanında Ay tanrısına tapanlar güneş yada tanrıça ıshtar’a(kali) tapanların ibadetlerinide benimsemişlerdi.
Hintçe İbranice arasında bağ var mı?
Arapça ve İranice'nin bazı kelimeleri karşılaştırılırsa fonetik benzerlik kolaylıkla görülebilir:
Türkçe Arapça İbranice
oğul ibn bin
alem 'alem ''olem
göz ''ayn ''ayin
barış selam şalom
ben ene eni
yıl sene şene
üç selase şloşe
dört erba'a erba'a
beş xamse xamişe
Arapçada bir çok Hintçe kelime bulunmaktadır.
Genetikçilerin araştırmaları sonucunda ortaya çıkan bir gerçek varki Arabistan yarım adasında yaşayan yerleşik halkın genetik uzantıları Kuzey Hindistan ve avrupa halklarını göstermektedir. Böylece İslamiyet inanç ritüellerinin başlangıç aşamasında Hindistan bağlantı ihtimali gittikçe kuvvetlenmektedir daha sonra Babil etkileri ve tevrat ın etkisi görülmektedir. İbranilerle Arapların akrabalığıda muhtemel görünmekte.
CAHİLİYYE DEVRİ ŞİİRLERİNDE ALLAH.
Cahiliyye devri araplarının Allahı bilip bilmediğini alttaki şiirler bize net olarak ifade ediyor.
Arabın birinin bir şiiri:
و باللهِ إنً اللهَ منْهُنً أكبرُ
و باللاًتِ و العُزًى و مَنْ دانَ دِينَها
Lât'a, ‘Uzzây''a ve onlara ibadet edenlere and içerim, Allah'a da; çünkü Allah, onlardan daha yücedir.
(İbnu''l-Kelbî, Kitâbu''l-Esnâm, s. 13.) (trc. Beyza Düşüngen)
Ama putuna da yemin ediyordu:
و ما سُحِقـَتْ فيهِ المَقـَادِمُ و القـَمْلُ
حَلـَفـْتُ بأنـْصـابِ الأقـَيْصِرِ جاهِداً
Ukaysır'ın kutlu taşlarına, başların ve bitlerin kazıldığı (hacıların tıraş olduğu) yere andiçerim.
(İbnu'l-Kelbî, Kitâbu'l-Esnâm, s. 13.)
Hac ve umre yaparlarken şöyle derlerdi:
لَبَّيْكَ !للهُمَّ لَبَّيْكَ! لَبَّيْكَ! لا شَرِيكَ لَكَ! إلاَّ شَرِيكٌ هُوَ لَكَ! تـَمْلـِكُـهُ و ما مَلـَكَ
Buyur Allah’ım! Buyur! Buyur, senin ortağın yoktur. Bir ortağın varsa o da sana ait*tir; sen ona ve onun sahip olduğuna da maliksin.
(İbnu'l-Kelbî, Kitâbu'l-Esnâm, s. 6.)
Tavaf ederken:
واللاَّتِ و العُزَّى و مَـنـَاةَ الثَّالِثـَةِ الأخْرَى فإنَّهُنَّ الغَرَانِيقُ العُلـَى و إنَّ شـَفـَاعَتـَهُنَّ لـَتـُرْتـَجَى.
Lat, Uzzâ ve üçüncüleri Menât'a yemin ederiz; onlar yüce turnalardır, onların şefaatine elbette ümit bağlanabilir.
(İbnu'l-Kelbî, Kitâbu'l-Esnâm, s. 13.)
O dönemde yaşamış şair Züheyr(ö. Miladi 609)'in bir şiiri:
إلـَى الحَـقِّ تَـقْـوَى اللهِ ما قدْ بَـدَالِـيـا
و لا سابـِقًا شـَيْئاً إذا كانَ جائِيا
-
بَـدَا لِـيَ أنَّ اللهَ حَـقٌّ فَـزادَنِـي
بدا لِيَ أنِّي لَسْتُ مُدْرِكَ ما مَضَى
Allah''ın varlığı, benim için apaçık bir gerçektir; O'nun korkusu bende var olduğu sürece doğruya ve hakikate olan inancımı pekiştirmektedir.
Anladığım hakikat şu ki geçmiş olana ulaşma imkanım olmadığı gibi, gelecek olanın da önüne geçebilmek gibi bir güce sahip değilim.
(Zuheyr b.Ebî Sulmâ, Rabîa’ b. Riyâh el-Muzenî, Dîvân, s. 287)
Hatim et-Tâî (ö. Miladi 578)'nin bir şiiri:
و يُـحْــيـِي العِـظامَ الـبـِـيـضَ وَهْيَ رَمِـيـمُ
أما و الذي يَـعْـلَـمُ الغَـيْـبَ غَـيـْـرَهُ
O.çürümüş bembeyaz olmuş kemikleri diriltecektir.Gaybı O’ndan başka kim bilir ki?
(Hâtim b ‘Abdullâh b. Sa‘d b. el-Haşrec et-Tâ’î, Dîvân, s. 87.)
Müşriklerin ele başı olan meşhur Ümeyye b. Ebi’s-Salt'ın şiiri:
Cehennem tasviri yapıyor;
و عَدْنُ لا يُطالِعُها رَجِـيـمُ
و أعْرَضَ عنْ قَـوا بـِـسِـها الْجَـحِـيمُ
كَـأَنَّ الضَّاحِـيـاتِ لَـها قَـضِـيـمُ
-
جَـهَنَّمُ تـِـلْكَ لا تُبْقِى بَغِـيًّا
إذا شَـبَّتْ جَـهَنَّمُ ثـُـمَّ فَارَتْ
تـُـحَـشُّ بـِـصَـنْـدَلٍ صُـمٍّ صِـلاَبٍ
O Cehennem, hiçbir suçluya toleranslı davranmaz; Adn cennetine de kovulmuş biri, muttali olamaz.
Cehennem, tutuşup alevlendiğinde ve bu şiddetli alevler fırlatmaya başlayınca,
Cehîm bile onun korlarından yüz çevirme zorunda kalma durumundayken sağır, körkütük odunlar bile yakılır;
öyle ki ateşe maruz kalan uzuvlar, onun için öğütülmeye hazır bir arpa gibi.
(Umeyye b. Ebi's-Salt, Dîvân, s. 471.)
Cennet tasviri yapıyor;
و قَـمْـحٌ في مَـنابـِـتِـهِ صَرِيمُ
و ماءٌ بارِدٌ عَذْبٌ سَلِمُ
على صُوَرِ الدُّمَى فِـيها سُهُومُ
و مِنْ ذَهَبٍ و عَسْجَدَةٍ كَرِيمُ
و لا غَـوْلٌ و لا فِـيها مُـلِيمُ
-
فَذَا عَسَلٌ و ذا لَـبَـنٌ و خَـمْرٌ
و تُـفَّاحٌ و رُمَّانٌ و مَوْزٌ
و حُـورٌ لا يَرَيْنَ الشـَّـمْسَ فِـيها
و حُـلُّوا مِنْ أساوِرَ مِنْ لُجَـيْنٍ
و لا لَـغْـوٌ و لا تَأْثِـيمٌ فِـيها
İşte sana bal, süt, şarap, kökünden koparılmış buğday kümesi, elma, nar, muz, soğuk tatlı ve tertemiz su.
Orada, içinde okların bulunduğu taş bebekler şeklinde güneş yüzü görmemiş, huriler vardır.
O huriler altın, gümüş ve kıymetli incilerden bilezikler takarlar.
Yine orada, ne boş söz, ne günah işleme, ne yergi, ne de herhangi bir şeyden gafil olma vardır.
(Umeyye b. Ebi's-Salt, Dîvân, s. 471.)
En önemli şiiri:
بالخَـيْـرِ صَـبَّـحَـنا رَبـِّي و مَسَّانا
مَـمْـلُوءَةً طَـبَّـقَ الآفاقَ سُـلْـطانا
و بَـيْـنــَما نـَـقْــتَـنِي الأولادَ أفْـنانا
أنْ سوفَ يَـلْـحَـقُ أُخْـرانا بأوْلانا
-
الحَمْدُ لله مُـمْسانا و مُـصْــبَـحـَنا
رَبُّ الحَـنِـيفَـةِ لمْ تـَـ ــنْـفــَـدْ خَـزائِـنـُـها
بَـيْـنا يُـرَبِّـنا آباؤُنا هَـلَكُوا
و قدْ عَـلِـمْـنا لَو أنَّ الْعـلْـمَ يَـنْفَـعُنا
Bizi sabah ve akşama ulaştıran Allah‘a hamd olsun; çünkü O, sağlık ve esenlik içinde bizi sabah ve akşama kavuşturmuştur.
Kuvvet ve kudretinin ufukları çepeçevre kuşattığı Hanîf dininin rabbinin dopdolu olan hazineleri, bitmek tükenmek bilmez.
Bir süre babalarımız bizi büyütüp beslediler ve ölüp gittiler; sonra biz, kendimizi yok edecek evlatlar ediniriz.
Biz, ilmin kendimize yarar sağlayacağını idrak edebilseydik bizden sonrakilerin, bizden öncekilere kavuşacaklarını da idrak etmiş olurduk.
Umeyye'nin bu şiiri, Hz. Peygamber'e okunduğunda “Şiiri iman etti, kalbi inkar etti.”, diğer bir rivayette de ise“Umeyye, ramak kaldı Müslüman olacaktı” demiştir.
(Ebu’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eğânî, IV, 130.)
ESKİ MISIR İNANÇLARI VE İSLAMDAKİ BENZERLİKLER
Yahudiler mısırdan eski İsrail topraklarına göç ettiklerinde yanların getirdikleri şeylerden biride eski Mısır inançlarıydı. Bu inançlardan büyük bir kısmı Tevrattan, incile, oradanda İslam inancına geçmiştir.
a- Mizan terazisi
LOKMAN/16. "YAVRUM, HABERİN OLSUN Kİ, YAPTIĞIN BİR HARDAL TANESİ TARTISI OLSA DA BİR KAYA IÇINDE VEYA GÖKLERDE YAHUT YERİN DİBİNDE GİZLENSE ALLAH ONU GETİRİR, MiZANINA KOYAR. ÇÜNKÜ ALLAH EN INCE ŞEYLERI BILEN, HERŞEYDEN HABERİ OLANDIR.
İslam inancında ölen kişi Mahşer yerine getirilir ve orada mizan terazisinde günahları ve sevapları tartılır. Alatta eski mısır inancında ölmüş kişinin kalbinin (amellerin) tartılması var.
Eski Mısırlılar hayatın ölümle bittiğine inanmak istemezler, insan son nefesini verdiği anda ruhunun uzun bir yolculuğa çıkıp ölüm Tanrısı Osiris ile yargıçlarının huzuruna vardığını düşünürlerdi. Onlara göre, ölen bir insanın ruhu öteki dünyaya gidiyordu. Diriler ve ölüler ülkesi arasındaki korku ülkesini geçince, büyük yargıcın karşısına, Anubis veya Horus tarafından getirilirdi. Orada bir tören düzenleniyor, bu törende ölenin kalbi tartılıyordu. Bu tören sırasında yeraltı tanrısı Anubis elinde bir terazi tutardı. Ölünün kalbi bu terazinin kefelerinden birine konurdu. Öteki kefede ise adaleti ve doğruluğu ölçebilecek bir tüy bulunurdu. Eğer ölü adil ve dürüst bir yaşam sürmüş ise kefeler dengelenirdi. Eğer kalp tartıda eksik gelirse, yemesi için Ament adlı canavara verilirdi. Bütün bu olup biteni Tanrıların katibi Thoth kayda geçirirdi.
Üstteki Mısır ahiret inancıyla alttaki İslam inancı birbirleriyle neredeyse aynı. Üstte olduğu gibi İslam inancındada tartılma işleminden sonra iyi ameli eksik gelenler cehennem zabanilerine teslim edilir.
Alttaki hadiste Muhammed Mizan tartısından bahsetmektedir.
5052 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ateşi hatırlayıp ağladım, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: S
"Niye ağlıyorsun?" diye sordu.
"Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, Kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?" dedim.
"Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: Mizan yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi öğreninceye kadar; Sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defteri nereye düşecek, öğreninceye kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına mı? Sırat'ın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca; bunu geçinceye kadar."
Ebu Davud, Sünen 28, (4755).
Gene incilde Eski mısır inancına benzer bir ahiret, yargılanma biçimi var.
ESİNLEME/21.BÖLÜM.Ölülerin yargılanması
Ölüler, kitaplarında yaptıklarına bakılarak yargılandılar. Deniz kendisinden olan ölüleri, ölüm ve ölüler diyarıda kendilerinde olan ölüleri teslim ettiler. Her biri yaptıklarına göre yargılandı. Ölüm ve ölüler diyarı, ateş gölüne atıldı. Bu ateş gölü ikinci ölümdür. Adları yaşam kitabında yazılamaş olanların hepsi ateş gölüne atıldı.
b-Mısırda yaratılış. Heliopolis yaradılış efsanelerine göre , Atum/Ra tek bir erkek tanrı olduğu için , ancak masturbasyon yolu ile başka varlıkları meydana getirmiştir. Piramit metinlerine göre , Atum/Ra “ erkeklik organını elleri arasına alıp , fışkırtarak ikizleri meydana getirdi : Şu ve Tefnut .”
KAYNAK:BAUVAL Robert , GILBERT Adrian , Tanrıların Evi Orion’da ( çev. Belkıs Çorakçı ) , Milliyet Yayınları , İstanbul , 1996
BUDGE E.A.Wallis , Egyptian Magic , Dover Publications , New York , 1971
KUR’AN-TARIK/5. İNSAN NEDEN YARATILDIĞINA BİR BAKSIN!
6. ATILAN BİR SUDAN YARATILDI.
7. (O SU) SIRT İLE GÖĞÜS KAFESİ ARASINDAN ÇIKAR.
8. ISTE ALLAH (BASLANGIÇTA BU SEKILDE YARATTIĞI) İNSANI TEKRAR YARATMAYA DA KADİRDİR.
NAHL/4. 4. O, İNSANI BIR DAMLA SUDAN YARATTI. FAKAT BAKARSIN Kİ (İNSAN) RABBINE APAÇIK BIR HASIM OLUVERMISTIR
C-SÜNNET.
Erkeğin sünnet edilmeside gene eski Mısır- TEVRAT kaynaklıdır.
Karnak’taki Mut tapınağının kuzey doğu çevre duvarı üzerine işlenmiş bir sünnet ritüelinin gerçekleşme sahnesi ile ilgili bilgileri bize aktaran yazar, bu tapınağın; Mısır’da XXI. veya XXII. hanedanlık dönemine denk düştüğü görüşünde... Tarihlemek gerekirse, bu dönem; MÖ. 1075 / -715 gibi geniş bir aralığa oturtulabilir. Bununla birlikte, yazarın bu makalesi sırasında, ilgili tapınakların tarihlenmesi konusunda henüz detaylı bir çalışma yapılmamış olduğunu da öğreniyoruz.
Her şeyden önce, bir erkek çocuk sünnet sahnesi bakımından, buradaki bulguyu öne çıkarmak istedim. Çünkü Akado-sümer kayıtları içinde, bildiğim kadarıyla, günümüzdeki sünnet şekline uygunluk taşıyan, bir bulgu yer almıyor.
Buradaki sünnet sahnesinin, erkek çocuğun cinsel organının tamamen değil, şimdiki gibi, uç kısmının kesildiği bir sahne olduğundan yola çıkıyoruz.
Eğer, bu varsayım doğru ise, bunu, açık şekliyle, bir desen haliyle, ilk kez Mısır’da görmüş oluyoruz.
D-Eski Mısırda Dünya’nın konumu ve İslamda..
HUD/7. O, HANGİNİZİN AMELİNİN DAHA GÜZEL OLACAGI HUSUSUNDA SİZİ İMTİHAN ETMEK IÇIN, ARŞ'I SU ÜZERINDE İKEN, GÖKLERI VE YERİ ALTI GÜNDE YARATANDIR. YEMİN EDERİM Kİ, (RESÛLÜM!): "ÖLÜMDEN SONRA MUHAKKAK DİRİLTILECEKSİNİZ" DESEN, KÂFIR OLANLAR DERHAL "BU, AÇIK BIR BÜYÜDEN BASKA BIR SEY DEĞILDİR" DERLER.
Mısır insanının evren kavrayaşında Dünya tepsi biçimindedir. Ortasında verimli bir çukurluk ve çevresinde yüksek dağlar vardır. Bu tepsi suda yüzmektedir. Evrenin ilksel öğesi sudur. Her şey sudan gelir. Tepsinin üstünde göğü saran ve gökkubbeyi tutan hava vardır.
Mezepotomyalılara göre evren, Yer, gök
ve ikisi arasında bulunan okyanustan oluşmaktaydı
E-Eski Mısırda ölüm.
Eski mısırda mezarda bulunan cenaze yazılarındaki ölüye ait ruh tasviri Eski Mısır’daki adıyla –ba diğer bir çok yerde görülebilir. Ba bir kuş olarak resmedilmiştir. Fakat bu kuşun başı ölmüş insanın başıdır. Bu kuşun pençeleri shen biçimindedir ve sonsuzluğu temsil eder.(bknz. İsa yazmaları. Mısırın gizemi bölümü)
İslam inancında Mısır inancındaki gibi yeniden dirilme mevcuttur ve alttaki buhari hadisi ile üstteki Eski Mısır inanışında benzerlik var.
5017 - Ka'b İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mü'minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada beslenir."
Muvatta, Cenaiz 49, (1, 240); Nesai, Cenaiz 117, (4, 108); İbnu Mace, Zühd 32, (4271).
Mısır piramitlerinde ‘’Ey kral; yola ölü olarak değil, canlı olarak çıktın’’ yazar. Bunun anlamı ölen bir insanın aslında ölümle gerçek aslına kavuştuğuna, ölümle aslında dirildiğine inanılırdı. Bazı İslam sufi öğrenciler ölen alimlerinin kabri başında onlara rabıta yaparak ders ve feyz aldıklarını idda ederler bknz. Tarikatte rabıta. Ferit Aydın.
İslam inancında yine aynı inanç mevcuttur özellikle İslam sufizminde ölen kişinin ruhu öldükten sonra kınından çıkmış kılıç gibi iş göreceğine inananlar bulunur ve ölüm gerçeğe uyanıştır.
F-Güneş denizden doğup denizdemi batar.
Eski Mısır inancında tanrı ra yani güneş, her sabah sudan doğar ve her akşam suda batar güneşin battığı yerde tanrı ra’yı bekleyen bir canavar olduğu inancı Eski Mısırda mevcuttur.
Muhammed ticaretle uğraştığı için arap yarım adasının çeşitli yerlerine kervanlarla iş seyehatleri düzenlerdi. Muhammed gittiği yerlerde değişik dinden,kültürden insanlarla karşılaşır sohbet ederdi, üstteki efsanevi inançla Muhammed’in kurana koyduğu güneş tespiti benzer nitelikte olup Muhammedin kitabına koyduğu teorilerin başka kültürlerden alınma olma ihtimali gittikçe kuvvetlenmektedir. Alttaki ayette zülkarneyn’in güneşin battığı yere gittiğini anlatırki; Zülkarneyn aslında kral 2. İskender (sekonder) büyük İskender lakabıylada meşhur olup Araplara zülkarneyn adıyla geçmiştir ve peygamber değil bir putperest kraldır.
KUR’AN-KEHF/86. NİHAYET GÜNEŞİN BATTIĞI YERE VARINCA, ONU KARA BİR BALÇIKTA BATAR BULDU. ONUN YANINDA (ORADA) BIR KAVME RASTLADI. BUNUN ÜZERINE BİZ: EY ZÜLKARNEYN! ONLARA YA AZAP EDECEK VEYA HAKLARINDA İYİLİK ETME YOLUNU SEÇECEKSİN, DEDİK.(Zavallılar, güneşin denizde battığını zannediyorlardı)
Akheneton'un bir şiiri Kur'an ayetlerine ne kadarda çok benziyor sanki aynı gibiler öyle değilmi?....
Tanrı uludur, birdir, tektir.
Ondan başkası yoktur.
Bir tanedir,
O'dur her varlığı yaratan
Bir ruhtur Tanrı, görünmeyen bir ruh...
Ta başlangıçta vardı Tanrı,
Tek varlıktı o.
Hiç birşey yokken o vardı.
Herşeyi o yarattı (...)
Ezelden beri süregelen varlığı,
Ebediyete kadar sürecek,
Gizlidir Tanrı, kimse görmemiştir onu.
İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman
Son: "Bir sehre karsi cenketmek için onu barisikliga çagiracaksin. Ve vaki olacak ki eger sana baris cevabi
verirse ve kapilarini sana açarsa o vakit vaki olacak ki içinde bulunan bütün kavm sana angaryaci
olacaklar ve sana kulluk edecekler.Ve eger seninle musalaha etmeyip (baris yapmayip) cenketmek
isterse o zaman onu kusatacaksin ve Allahin Rab (bu sehri) senin eline verdigi zaman onun her
erkegini kiliçtan geçireceksin; ancak kadinlari, ve çocuklari ve hayvanlari ve sehirde olan her seyi,
bütün malini kendin için çapul edeceksin ve Allahin... sana verdigi düsmanlarinin mallarini yiyeceksin"
(Tevrat, Tesniye Kitabi, Bap 20: 10-14)
Kaynaklar: Kur’an, Tevrat, İncil, Buhari Hadisleri, Turan Dursun Kitapları, Dinler ve Mezhepler Tarihi Muhammed b. Abdülkerim eş-Şehristanî, İlhan Arsel Kur’an’ın eleştirisi 2. pdf. BAUVAL Robert , GILBERT Adrian , Tanrıların Evi Orion’da ( çev. Belkıs Çorakçı ) , Milliyet Yayınları , İstanbul , 1996
BUDGE E.A.Wallis , Egyptian Magic , Dover Publications , New York , 1971
Müslümanlar İslam dininin her ne kadar Muhammed’le birlikte başladığını düşünseler de bu yanlış bir düşünce olup İslam dini tamamen diğer din ve inançların karışımından oluşan bir dindir.
İslam dininin temel kaynağı Tevrat ve Muhammed’in iş seyahatlerinde öğrendikleri bilgilerle birlikte Yunanlı ve İranlı kölesinden öğrendiği yarı doğru yarı yanlış bilgilerden oluşmaktadır.
Arapçada birçok Sanskritçe kelime bulunmakta ve Hindu inancının etkileri Müslüman ibadet ve ritüellerinde görülmektedir.
Yahudi inanç sistemi Eski Mısırdan gelen Yahudilerin Eski Mısır’dan öğrendikleri tek tanrılı din inancı ile birlikte daha sonra Babilonya sürgününde öğrendikleri Zerdüşt inancının karışımını oluşturmaktadır. Kral Tanrı’nın karşısına Kral Şeytan’ı koyan Zerdüştlük dinidir. Bu inanç daha sonra Hıristiyanlığa ve İslamiyet’e geçmiştir. Melek, Şeytan inancı Zerdüştlükten üç büyük dine girmiştir.
İslam dinini oluşturan temel kaynakları sayacak olursak şöyle sıralayabiliriz.
1- Tevrat
2- Eski Babilonya inançları(sabilik-güneşe tapımcılık)
3- Hint kültürü ve ibadetleri.
4- Hıristiyan inançları (İsa’nın yeniden Dünya’ya döneceğine inanmak ve Saint (evliya) inancı gibi.
Zerdüştlük dinin peygamberi Zertüşt adında yaşayıp yaşamadığı bile tam bilinmeyen bir kişidir ve Tanrısının ismi Ahura Mazda’dır kitabının ismi Avesta’dır.
Muhammed bir çok dinsel adı Arapçaymış gibi kitabına sokmuştur bunların bazıları şunlardır.
Namaz:Namaste: Sanskritçede(Eski Hint dili) Anlamı ‘’selam’’ Namaskara:’Güneşe selam’’demektir. Namaz kelimesi Arapça bir kelime değildir. Namaz eski Mısırda Yahudilikte ve Hıristiyan dininde yoktur. Namaz ve secdeli ibadetler Güneşe tapanlarda, Budistlerde ve Müslümanlarda görülen ibadet türüdür. İslam ibadetlerinde Hint, sabii(güneşe gök cisimlerine tapanlarda) ki ibadetlerin yansımaları görülmektedir. İslam alimleri her ne kadar Namaza benzer ibadetleri yapan kişilerin diğer hak dinlerin dejenere olmuş dinlerin uzantısı olduğunu iddia etseler de, bunun gerçekle örtüşür bir yanı yoktur. Namaz benzeri ibadetler tamamen ‘’putperest’’inançlarında görülmektedir.
Altta namaskara videoları.
http://www.yasaktube.net/video+izle.php?tag=namaskara&type=tag&video_id=9Lwi1zGqkdA
Abdest:Putperestlerden kalan bir ritüeldir. Sâbiîlerin hepsi de üç vakit namaz kılar, cünüplükteıı ve Ölülere temas etmekten dolayı gusül abdesti alırlardı. Deve, domuz ve köpek eti yemeyi haram sayarlardı. Kuşlardan da pençeli olanları ve güvercini yemezlerdi. Alkollü içkiden ve sünnet olmaktan men edilmişlerdi. Veli ve şahit¬lerin huzurunda evlenir, ancak hakim huzurunda boşanırlar, birden fazla hanımla evlenmezlerdi.
Kabe:M.Ö 8. yüzyılda inşa edilmiştir. Her ne kadar İbrahim adlı peygamberin inşa ettiğinden bahsedilsede, İbrahim adlı bir peygamberin yaşayıp yaşamadığı belli değildir. Güneş mabedleri kare şeklinde yapılır. Kabede kare şeklinde olup güneş tanrıçasının mabedidir, Erkek hacılar günümüzde bile güneş tanrıçasının mabedinde tavaf yaparken vücutlarının bir kısımını açık bırakırlar. Bu tanrıçaya kendilerini sunmak anlamındadır ki Muhammed’den önce putperestler bu tavafı çırılçıplak yapmaktaydılar. Sâbiîler tarafından aklî ruhanî cevherlerin isimlerine ve semavi geze¬genlerin şekillerine göre inşa edilmiş mabetler şunlardır:
İllet-İ Ula mabedi, Akıl mabedi, Siyaset mabedi, Suret mabedi ve Nefs mabedi. Bunlar daire şeklindedir. Gezegenler için belirlenen mabet şekilleri ise şöyledir:
Zuhal mabedi altıgen, Müşteri mabedi üçgen, Merih mabedi dikdört¬gen, Güneş mabedi kare, Zühre mabedi kare içinde üçgen, Utarit mabedi içinde dikdörtgen bulunan bir üçgen ve Ay mabedi sekizgendir.
(Arabistan’ın bir çok bölgesinde Kabe’ye benzer tapınaklar bulunuyordu)
Put tapınaklarının bir diğer örneği Manucehr tarafından Belli şehrinde Ay adına inşa edilmiş Nûbihar tapınağıdır. İslâm ortaya çıkınca Belli halkı bunu yıkmıştır. Yemen'in San'a şehrinde bulunan Gummedân tapınağı da Zühre adına Dahhâk tarafından inşa edilmiş bir tapınaktı. Bu tapınak Osman b. AfBn (radıyal-lahu anlı) tarafından yıktırılmıştır. Bir diğer tapınak Kral Kâvus tarafından Fergana şehrinde Güneş adına inşa ettirilmiş olan Kâvsân tapınağı olup Halife el-Mutasım tarafından yıktırılmıştır.
Hac ve kurban kesmek putperest inancından İslamiyete geçmiştir: Arapların taptıkları belli başlı putlar şunlardı: Vedd, Suvâ, Yağûs, Ya'ûk, Nesr. Vedd, Kelb kabilesinin putuydu ve Dûmetü'I-Cendel'''de bulunuyordu. Suvâ Hüzeyl kabilesinin putuydu. Kabile mensupları onu hacceder ve önünde kurban keserlerdi. Yağûs Müzhic ve bazı Yemen kabi¬lelerinin putuydu. Ya'ûk Hemcdan''da bulunan bir puttu. Ncsr Zü''1-Kilâ' kabilesinin putuydu ve Hİmyerde bulunurdu. Lât, Sakîf kabilesinin putu olarak Taifte bulunurdu. Uzzâ, Kureyş, Benî Kinâne ve Benî Süleym'den bazı aşiretlerin putuydu. Menât Evs, Hazrec ve Gassân kabilelerinin putuy¬du. Hübel ise bütün Araplar için en yüce put olarak bilinir ve Kabe'de dururdu. İsaf ve Naile putları, Amr b. Luhay tarafından konuldukları Safa ve Merve tepelerinde dururdu. Kurbanlar, bu iki putun önünde Kabe'ye dönük olarak kesilirdi. Bu İkisinin Cürhüm'den İsaf b. Amr ve Naile b. Sehl oldukları, birbirlerine aşık olan bu ikilinin Kabe'de işledikleri günah sebebiyle taş kesildikleri söylenirdi. Bir diğer rivayet ise, böyle olmayıp Amr b. Luhay tarafından getirilip Safa'ya yerleştirildikleri yönündedir.
Bahanelerden Benî Milkan kabilesinin Sa'''d isimli bir putu vardı. Biri-sİ bu put hakkında şöyle demiştir:
Sa''d''e vardık, işimizi düzeltsin diye Dağıttı bizi Sa<<<<<<<<<<<<<%>>>>>>>>>>>>> Artık Sa}d3dan değiliz biz. Sa~d dediğin bir kayadan, bir oyuktan başka nedir ki? Ne zarar verir, ne yarar getirir.
Araplar telbiye ve tehlil ettikleri zaman şöyle derlerdi:
‘’Lebbeyk Allahümme lebbeyk Lebbeyk la şerike lek İllâ şerikün hüve lek vem’’
Araplardan Yahudiliğe, Hıristiyanlığa ve Sâbiîliğe meyledenler de bulunuyordu. Bir kısmı nev3 denilen yıldız gruplarına inanırlar; buna müneccimlerin gökcisimlerine inandıkları gibi kuvvetle bağlanırlardı, Öyle ki hareket ve sükunlarında, gidip gelmelerinde hep bu neVlerc göre iş görürlerdi. "Yağmurumuz şu nev3 sayesinde yağdı." derlerdi. (Taberî, Tef¬sir, n/661; Kurmbî, el-Câmi, 13/57; Müsned, 1/89,108) Kimisi de meleklere ve cin¬lere tapar, bunların Allah'''ın kızları olduğunu İleri sürerlerdi. Allah bütün bunlardan münezzehtir.
Hanif: Batıla inanmışlıktan ya da kötülüğe kapılmışlıktan
kurtularak, Hak''''ka, doğru olana, Allah'''ın fıtratına kavuşmak gibi anlamlara geldiği söylenir. Bununla
beraber Mas'''udi gibi kaynaklar, bu sözcüğün Süryanice "hanifa" sözcüğünün Arapçalaştırılmış şekli
olduğunu öne sürerler.( Bu konuda bkz. Turan Dursun, age c 5)
İbrahim kimdir: İbrahim Yahudi ırkının babası olarak kabul
edildiği halde, Muhammed onu "hanif, "müslim" olarak Müslümanların isim babası saymıştır. Ancak,
ne var ki, tarihi verilere göre "İbrahim" diye bir kimse yok. Tevrat''''ı hazırlayanlar, eski Hint
efsanelerinden yararlanarak kendi kafalarından İbrahim'''i yaratmışlardır. Nitekim, Tevrat''a göre,
İbrahim''in ilk adı "Abram1''dır. Bu ad, Hint dilindeki "Brama"dan gelir. Hintlilerin "Yaratıcı" diye
bildikleri şeydir. Hintçe kökeni "Parabrahm" iken Farsçaya "Ahriman" olarak girmiştir ki, "Kötülük
Tanrısı" (ya da "Karanlıklar diyarının hükümdarı" anlamındadır. Babilonya esatirinde (mitolojisinde)
ise, "Abarama" şekline sokulmuştur ki, "çiftçi" anlamındadır. Kitabı Mukaddes yorumcularının
uydurmasına göre, güya bu çiftçinin ahfadından biri ilk "tek Tanrı" fikrine sahip olarak Haran''a ve
oradan da Ken''an denen yere gitmiş ve İbranice "Abraham" olarak tanınmıştır. Fakat, her ne olursa
olsun gerçek anlamda İbrahim diye tarihi bir şahsiyetten söz etmek mümkün değil: gerek Tevrat''ta ve
gerek Kur''an''''da adı geçen "İbrahim", eski çağların esatirinden esinlenmiş bir şey.(Bu konuda pek çok
yapıt var. Geniş bilgi için bkz. Lloyd M. Graham, Deceptions and Myths of the Bibler, Is the Holy
Bible Holy? Is it The Word of God?, New York, 1979, s.110 vd.
Gusül abdesti: Câhiliye Arapları cünüplükten dolayı gusül abdesti alır ve ölülerini gömmeden önce yıkarlardı.(Cahiliye devrinde) el-Efvah el-Evedî bu konuda şöyle bir şiir söylemiştir:
Dikkat edin! Tedavi edin beni ve bilin ki gidiciyim, Ayrılık veya sakınma beni kurtaracak değildir Diyeceğim o ki giysilerim yaramaz bana. Mafsallarım ortaya çıkıp gözler donakaldığında. Getirsinler soğuk bir suyla yıkasınlar bedenimi, Ne zor yıkamadır o ki ardından büyük günahlar gelir.
Araplar ölülerini kefenler ve definden önce dua ederlerdi. Ölü için dua şundan ibaretti: Ölen kişi yatağına taşındıktan sonra evin büyüğü kal¬kar ve onun bütün iyiliklerini sayıp övgülerde bulunurdu. Ardından ölü defnedilir ve "Allah''ın rahmet ve bereketi üzerine olsun!" denirdi.
Zerdüştlük’ten Tevrat’a ve Kur’an’a geçen bazı terimler altta.
Melek: Bu sözcüğün Süryanice biçimi ‘’malaho’’ dur.
Şeytan:. İbranicede ‘’satan’’ yada ‘’haşatan’’ sözcüklerinden bozmadır.
Tağut: Sapkınlık anlamında, gene Süryaniceden bozma ‘’togyuto’’ sözcüğünden bozmadır.
Cebrail ve Mikail: İbranice ve Kenan’cadır. Prof. Dr. Philip K Hitti ‘’Mikael’ in aslında Ken’an Tanrılarından birinin olduğunu yazar.
Adem: A’cemi (İran) sözcüklere özgü kurallara göre okunur. Bu ad Tevrat’ta ve İncilde’de geçer Süryanice karşılığı ‘’Odom’’ dur.
Havva: İbranicede hayatı olan anlamında kullanılır Tevrat’ta geçmektedir.
Salat: Namaz ve dua anlamında kullanılır. Kur’an’dan önceki eserlerde rastlanmaz. Aramice kaynaklıdır. Arami ve Süryanilerde Namaz kılardı.
Kitap: Süryanicede ‘’Ktobo’’ sözcüğünden gelmedir.
Cennet: Süryanicede bahçe anlamına gelen ‘’gentho’’ sözcüğünden bozma olduğu düşünülebilir.
Firdevs: Bir cennet adıdır ‘’paradise’’ İbranice ve Yunanca yoluyla Aramilere geçmiştir. Bahçe ya da üzüm bağı anlamında kullanırılır.
Cehennem: İbranicede ‘’gehinnom’’ kelimesinden gelmektedir. Kötülerin gittiği azap yurdu ‘’gehinno’’ vadiside benzerdir.
Allah: Bu sözcük, İslam öncesi Araplarda vardı ‘’ilah’’sözcüğünden dönüşmüştür. Arami - Süryani dilinde rastlanmaktadır (Alaha)
Kayyum: Allahın sıfatlarından olan Kayyum kelimesi hiç uyumayan anlamındadır. Bu kelime Süryanicede uyumayan anlamındadır.
Üstte gördüğünüz Arapça olmayan kelimelerin Muhammed tarafından Kur’an’a konulduğunu anlıyoruz. Bu nedenden ötürü Muhammed Yahudilik ve Hıristiyanlık inancının kendi Tanrısının ürünü olduğunu İslamiyet’in Yahudilik ve Hıristiyanlığın uzantısı olduğunu iddia etmek zorundaydı çünkü bu kelimeler Ortadoğu dinlerinin terimleriydi ve de bu terimlerle Yahudi ve Hıristiyanları yeni dinine çekmek için iyi birer malzemelerdi. (Çok zeki olmak peygamberlik sıfatlarındandır.)
İSLAM ÖNCESİ AL-İLAH (ALLAH) İNANIŞI
Araplar İslamiyet öncesi dönemde Kabede’ki 360 tane put arasında en yükseği, en güçlüsü olarak ay tanrısını görüyor ve buna Al-ilah (en güçlü ilah) diyor, ellerini iki yana açarak ona dua ediyorlardı. İngiltere’deki British Museum’un Babil Bölümü B kısımında bulunan aşağıdaki heykeller Arap paganlarının bu inancını gösteren önemli bulgulardandır:
Altta dua eden ellerini göbekte bağlayarak ibadet eden Babillilerin heykelleri.
Ay figürü İslam sanat eserlerinde ve yapılarında camilerin üst kısımlarında günümüzde bile bulunmaktadır.
Arapçada ‘’ilah’’ olan Tanrı kelimesi İslamiyet ile beraber ‘’Allah’’a dönüştürüldü. Ay tanrısı Al-ilah erkek kabul ediliyordu ve dişi güneş tanrıçası ile evliydi. Üç kızı vardı. Bunların adları Al-lat, Al-Uzzat ve Al-Menat idi:
Alttaki resim British Museum’dan. İslam öncesi arap inanışlarını çok güzel özetliyor. Solda Allahın kızları Lat, Uzza ve Menat sağdaki erkek figürü ise Allahı simgeliyor. Muhammed şeytan ayetleri denilen olayda önce bu Lat Menat ve Uzza tanrıçaları gaf yaparak övmüş ancak daha sonra pişman olmuş ve o sözleri kendisine şeytanın söylediğini ileri sürmüştü.
Çeşitli Arap kabileleri aslında bu Ay tanrısına değişik adlar veriyorlardı bunlardan bazıları Sin,
Hubal, ve Kureyş’te Al-ilah. Dilbilimciler ‘’Allah’’ kelimesinin ‘’Al-ilah’’ tan türediğini söylerler.
Muhammed, 360 puttan en güçlüsü olan Ay tanrısının ismini alıp tek olduğunu söylüyordu. ‘’Al-ilahtan başka ilah yoktur’’ Muhammed böylece Al- İlahı tek tanrı olarak ilan etti ve diğer putlara tapınmayı yasakladı.
Alttaki ayette Muhammed’in sadece ‘’Ay tarısı al-ilah’ı’’ Tanrı kabul etmesinin kanıtıdır. Bu ayette al-ilah’tan başka Tanrılarında olduğunu bunu putperest Arapların kabul ettiklerinin ve Muhammed’in Tanrılar arasında ayrımcılık yaptığının kesin kanıtıdır!!!
İsra Suresi'nin 42. ayetinde şöyle yazılıdır:
"De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilahlar da bulunsaydı, o takdirde bu ilahlar,arşın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı" (İsra Suresi, ayet 42).
Alttaki ayettende anlaşılıyorki putlar sadece Allaha yaklaşmalarını sağlayan objelerdir.
Putperestler şöyle derdi: "Biz onlara Bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye' kulluk ede¬riz." (Zümer, 39/3) Putlar daha çok gök cisimlerinin simgeleridir.
ibranice ve arapça da bir çok Hintçe kelime mevcuttur hatta suriye de bir çok yer isimi Hindistandaki yerleşim yerleriyle aynı isim altında kullanılmaktadır. Araplar ve yahudilerin asıl vatanı Hindistandır. Genetik araştırmalar sonucu şu sonuca varılmıştırki Arabistan bölgesinde yaşayan insanların dna haritası sonucu bizleri Hindistan, Pakistan bölgesine götürmektedir. Hindistan da Güneşe tapanlar hayla mevcuttur
İslam dini çevre dinlerin karışımı bir dindir Hint, Babil, İsrailiyat kaynaklıdır.
Çok sonraları bir Arap mekkeye babilden bir put getirmiştir adı: sin kureyşteki adı: el ilah daha sonra allah olmuştur kullanış itibarıyla. Allah: Babil tanrısı sin dir Muhammed diğer tanrıları reddedip al ilah ın tek olduğunu söyleyerek peygamberliğini ilan etmiştir.
Alttaki sınır taşı resminde, Babil de Tanrıların kare şeklinde kutularla temsil edildiklerini görebiliriz. Tıpkı Kabe gibi Kabede kare şeklinde bir kutudur ve tanrıları simgelemektedir. Kabede tavaf eden erkek hacılar yarı çıplak tavaf ederler bunun sebebi aslında Tanrıça Ishatar a kendini sunmaktır. Kabenin köşesinde bulunan hacer ül esved kuytusuda Tanrıçanın vajinasını temsil etmektedir. Şeytan taşlama ibadetide aslında müslümanların bildiği gibi değildir Tanrıçaya yapılan bir jesttir, şeytan değilde erkeklik organını temsil eder
Kara kutu Kabe
Kısacası önceleri Hindistan dan gelen insanların kurduğu inanç sistemi ve kabeye tapımcılığa babil inanç etkiside yansımış Muhammed bu durumdan faydalanıp arapları bölmüştür Muhammed in babasının adı abdullah: ay tanrısı el ilaha çok ibadet eden kul, anlamını taşır. Kabe Babil tanrıçası Ishtar (venüs) ıda temsil edebilir. İki seçenek birden yada ikisinin karışımını kabul edebiliriz. Eski cahiliyye döneminde kabe yi tavaf baş traş etme, oruç, namaz gibi ibadetler yapılıyordu Muhammedin Tanrısının yeni emrettiği ritüeller değildi bunlar.
İhramda bir hacı resmi (altta). Camilerde yazın sıcakta bile kısa kollu gömlekle namaz kılmayı mekruh sayan müslümanlar Kabe''''''''''''''''''''''''''''''''de yarı çıplak tavaf yapmaktadırlar. İslam öncesi araplar Kabe tavafını çırılçıplak yaparlardı. İslam dini Arabistan çevresindeki diğer dinlerin uzantısıdır. Çıplak tavaf tanrıça ya bir sunumdur.
Ay Tanrısı EL-İLAH'a(Babildeki adı Sin) İbadet eden bir mümin Babil'li Am
Baküdeki ateş tapınağında el açıp dua eden erkek ve kadınlar.
Altta Babil kralı Nabonidus geleneksel elbise giyer ve büyük olasılıkla bir dini tören sırasında bulunuyor kuraklık sonrası el açarak Tanrılarına dua ediyor.
Yukarıdaki şekiller ilahi sembollerdir Ay Tanrısı sin ve , Venüs gezegeni Tanrıçası Ishtar ve güneş tanrısı Shamash . Ishtar Venüs gezegeni Tanrıçasıdır, bereket, sevgi, savaş, seks Tanrıçasıdır. Diğer Tanrıların fahişesidir çok sayıda aşığı vardır. Ishtar, Inanna ve Yunan tanrıçası Aphrodit e eşittir ve Hindu tanrıçası Kali'ye.
İştar'ın(Ishtar) batı dillerindeki kullanılan karşılığı, 'yıldız' anlamında ''star'(İngilizce), 'Stern' (Almanca)''dır. Eski dönemlerde batıda, haftanın her bir günü, birine ayrılarak Güneş, Ay ve beş yıldıza (bazıları aslında gezegen) tapınılıyordu. ''Saturday' olarak kullanımdaki İngilizce sözcük, Satürn gezegenine adanmıştı.
Tanrıça Ishtar:
Alttaki resimde tanrıça Ishtar’ın duruşu Müslümanların namaza başlarken ellerini yukarıya
kaldırarak ‘’tekbir’’ getirmelerine benziyor.
Şamaş veya Sama, Asur ve Babil'de tapılan Güneş-tanrının Akadca ismi. Sümer mitolojisindeki Utu'nun karşılığıdır.
Babası Sin (Nanna - Ay), ikiz kız kardeşi ise İştar'dır
Şamaş Arapça'ya Şems olarak geçmiştir. Şems güneş demektir. Abdulşems, güneşin kulu anlamında güneşe tapanların aldıkları bir isimdir. Şamaş'ın batı dillerindeki değişmiş şekli Sun (İngilizce), Sonne (Almanca)'dır.
Batıda güneşe tapınılan dönemlerde haftanın bir günü güneşe adanmıştı. Böylece güneş günü anlamında Sunday (İngilizce), Sonntag (Almanca) güneş tapınmasındaki isimlerdendir.
İslamiyet öncesi Arap paganlarının ilginç gelenekleri vardı. Bunlar ramazan dedikleri ayda bir ay oruç tutarlar, Mekke’ye hacca gidip Kabe’nin etrafında yedi kez dönerler ‘’kara taş’’ Hacerül Esvedi öperler ve günde dört veya beş vakit namaz kılarlar, şeytan taşlarlardı. Kabe’nin M.Ö 8. yüzyılda putlar için; yada kare,dikdörtgen yapılar Güneş kültüdür, bu sebeble yapıldığını uzmanlar söylemektedir. Müslümanlar Kabe’yi İbrahim Peygamberin inşa ettiğini daha sonra putperestlerin kabeyi putlarla doldurduklarını belirtirler. Acaba Muhammed’in Tanrısı kendi evinin 1500 sene boyunca putlarla doldurulmasına nasıl müsaade etmiştir? İlginç..
Tüm dinler diğer komşu dinlerden etkilendiği gibi uygarlıkların kültürleri de diğer kültürlerden etkilenmiştir. Eski Babilonyadaki Ay isimlerinden bazıları Arap kültürüne geçmiştir. Buradan çıkaracağımız ders şudur; uygarlıklar diğer kültürlerden bilgi olarak etkilendiği gibi dinsel olarakta etkilenmiştir bunu açık olarak görmekteyiz.
Babillilerin 12 aydan oluşan ve Ay’ı temel alan takvimleri bulunmaktaydı (1 yıl
354 gün). Günü 12 eşit parçaya bölmüşlerdi. 1 saat 60 dakika, 1 dakika
ise 60 saniye olarak kullanılıyordu. 7 günden oluşan hafta kavramını
oluşturdular. Yılın başlangıcı İlkbahar ılımıdır.
Hammurabi döneminde kullanılan ayların isimleri sırasıyla(Alttaki ay isimlerinden bazılarını Araplar ve biz Türklerde kullanırız)
Tebet, Sebut, Adar
Nisan, Iyyar, Sivvan, Tammuz,Ab,Elul, Tisri, Marchesvan, Kislev,
Araplarda 12 aydan oluşan Ay takvimini kullanmaktadır. Ayrıca İslamiyette ibadet saatleri güneşe göre düzenlenmiştir, her istediğiniz zaman Allahınıza secde edemezsiniz, oruç tutamazsınız. Burada dahi Ay ve Güneş kültünün etkisi ortadadır.
Babil tanrıçası ıshtar Hint tanrıçası kali Yunan tanrıçası afrodit aslında hepsi aynıdır hatta eski anadolu tanrıçası kybele bile aynı olabilir ki müslümanların Kabe ye yön tayini için kullandıkları terimin adıda 'kıble'dir. Kybele ve kıble şaşırtıcı bir benzerlik.
Şimdi şöyle bir soru sorabilirsiniz. Muhammed madem Ay tanrısı El ilah ın tek tanrı olduğunu kabul ettiğine göre neden Tanrıça için yapılmış Kabe ye ibadet e devam ettirdi kimse sormadı mı Muhammed devrinde bunun sebebini? Belkide sebebini sordular soranlar münafık ilan edildi. Aslında evliyalık kurumuda yoktu islamiyetin ilk çağlarında Hıristiyanlıktan çok sonra girdi İslam dinine, dinler birbirlerine akrabadır ve inançlı insanlarda mantık pek olmaz. Yada şöyle düşünebiliriz Muhammed zamanında Ay tanrısına tapanlar güneş yada tanrıça ıshtar’a(kali) tapanların ibadetlerinide benimsemişlerdi.
Hintçe İbranice arasında bağ var mı?
Arapça ve İranice'nin bazı kelimeleri karşılaştırılırsa fonetik benzerlik kolaylıkla görülebilir:
Türkçe Arapça İbranice
oğul ibn bin
alem 'alem ''olem
göz ''ayn ''ayin
barış selam şalom
ben ene eni
yıl sene şene
üç selase şloşe
dört erba'a erba'a
beş xamse xamişe
Arapçada bir çok Hintçe kelime bulunmaktadır.
Genetikçilerin araştırmaları sonucunda ortaya çıkan bir gerçek varki Arabistan yarım adasında yaşayan yerleşik halkın genetik uzantıları Kuzey Hindistan ve avrupa halklarını göstermektedir. Böylece İslamiyet inanç ritüellerinin başlangıç aşamasında Hindistan bağlantı ihtimali gittikçe kuvvetlenmektedir daha sonra Babil etkileri ve tevrat ın etkisi görülmektedir. İbranilerle Arapların akrabalığıda muhtemel görünmekte.
CAHİLİYYE DEVRİ ŞİİRLERİNDE ALLAH.
Cahiliyye devri araplarının Allahı bilip bilmediğini alttaki şiirler bize net olarak ifade ediyor.
Arabın birinin bir şiiri:
و باللهِ إنً اللهَ منْهُنً أكبرُ
و باللاًتِ و العُزًى و مَنْ دانَ دِينَها
Lât'a, ‘Uzzây''a ve onlara ibadet edenlere and içerim, Allah'a da; çünkü Allah, onlardan daha yücedir.
(İbnu''l-Kelbî, Kitâbu''l-Esnâm, s. 13.) (trc. Beyza Düşüngen)
Ama putuna da yemin ediyordu:
و ما سُحِقـَتْ فيهِ المَقـَادِمُ و القـَمْلُ
حَلـَفـْتُ بأنـْصـابِ الأقـَيْصِرِ جاهِداً
Ukaysır'ın kutlu taşlarına, başların ve bitlerin kazıldığı (hacıların tıraş olduğu) yere andiçerim.
(İbnu'l-Kelbî, Kitâbu'l-Esnâm, s. 13.)
Hac ve umre yaparlarken şöyle derlerdi:
لَبَّيْكَ !للهُمَّ لَبَّيْكَ! لَبَّيْكَ! لا شَرِيكَ لَكَ! إلاَّ شَرِيكٌ هُوَ لَكَ! تـَمْلـِكُـهُ و ما مَلـَكَ
Buyur Allah’ım! Buyur! Buyur, senin ortağın yoktur. Bir ortağın varsa o da sana ait*tir; sen ona ve onun sahip olduğuna da maliksin.
(İbnu'l-Kelbî, Kitâbu'l-Esnâm, s. 6.)
Tavaf ederken:
واللاَّتِ و العُزَّى و مَـنـَاةَ الثَّالِثـَةِ الأخْرَى فإنَّهُنَّ الغَرَانِيقُ العُلـَى و إنَّ شـَفـَاعَتـَهُنَّ لـَتـُرْتـَجَى.
Lat, Uzzâ ve üçüncüleri Menât'a yemin ederiz; onlar yüce turnalardır, onların şefaatine elbette ümit bağlanabilir.
(İbnu'l-Kelbî, Kitâbu'l-Esnâm, s. 13.)
O dönemde yaşamış şair Züheyr(ö. Miladi 609)'in bir şiiri:
إلـَى الحَـقِّ تَـقْـوَى اللهِ ما قدْ بَـدَالِـيـا
و لا سابـِقًا شـَيْئاً إذا كانَ جائِيا
-
بَـدَا لِـيَ أنَّ اللهَ حَـقٌّ فَـزادَنِـي
بدا لِيَ أنِّي لَسْتُ مُدْرِكَ ما مَضَى
Allah''ın varlığı, benim için apaçık bir gerçektir; O'nun korkusu bende var olduğu sürece doğruya ve hakikate olan inancımı pekiştirmektedir.
Anladığım hakikat şu ki geçmiş olana ulaşma imkanım olmadığı gibi, gelecek olanın da önüne geçebilmek gibi bir güce sahip değilim.
(Zuheyr b.Ebî Sulmâ, Rabîa’ b. Riyâh el-Muzenî, Dîvân, s. 287)
Hatim et-Tâî (ö. Miladi 578)'nin bir şiiri:
و يُـحْــيـِي العِـظامَ الـبـِـيـضَ وَهْيَ رَمِـيـمُ
أما و الذي يَـعْـلَـمُ الغَـيْـبَ غَـيـْـرَهُ
O.çürümüş bembeyaz olmuş kemikleri diriltecektir.Gaybı O’ndan başka kim bilir ki?
(Hâtim b ‘Abdullâh b. Sa‘d b. el-Haşrec et-Tâ’î, Dîvân, s. 87.)
Müşriklerin ele başı olan meşhur Ümeyye b. Ebi’s-Salt'ın şiiri:
Cehennem tasviri yapıyor;
و عَدْنُ لا يُطالِعُها رَجِـيـمُ
و أعْرَضَ عنْ قَـوا بـِـسِـها الْجَـحِـيمُ
كَـأَنَّ الضَّاحِـيـاتِ لَـها قَـضِـيـمُ
-
جَـهَنَّمُ تـِـلْكَ لا تُبْقِى بَغِـيًّا
إذا شَـبَّتْ جَـهَنَّمُ ثـُـمَّ فَارَتْ
تـُـحَـشُّ بـِـصَـنْـدَلٍ صُـمٍّ صِـلاَبٍ
O Cehennem, hiçbir suçluya toleranslı davranmaz; Adn cennetine de kovulmuş biri, muttali olamaz.
Cehennem, tutuşup alevlendiğinde ve bu şiddetli alevler fırlatmaya başlayınca,
Cehîm bile onun korlarından yüz çevirme zorunda kalma durumundayken sağır, körkütük odunlar bile yakılır;
öyle ki ateşe maruz kalan uzuvlar, onun için öğütülmeye hazır bir arpa gibi.
(Umeyye b. Ebi's-Salt, Dîvân, s. 471.)
Cennet tasviri yapıyor;
و قَـمْـحٌ في مَـنابـِـتِـهِ صَرِيمُ
و ماءٌ بارِدٌ عَذْبٌ سَلِمُ
على صُوَرِ الدُّمَى فِـيها سُهُومُ
و مِنْ ذَهَبٍ و عَسْجَدَةٍ كَرِيمُ
و لا غَـوْلٌ و لا فِـيها مُـلِيمُ
-
فَذَا عَسَلٌ و ذا لَـبَـنٌ و خَـمْرٌ
و تُـفَّاحٌ و رُمَّانٌ و مَوْزٌ
و حُـورٌ لا يَرَيْنَ الشـَّـمْسَ فِـيها
و حُـلُّوا مِنْ أساوِرَ مِنْ لُجَـيْنٍ
و لا لَـغْـوٌ و لا تَأْثِـيمٌ فِـيها
İşte sana bal, süt, şarap, kökünden koparılmış buğday kümesi, elma, nar, muz, soğuk tatlı ve tertemiz su.
Orada, içinde okların bulunduğu taş bebekler şeklinde güneş yüzü görmemiş, huriler vardır.
O huriler altın, gümüş ve kıymetli incilerden bilezikler takarlar.
Yine orada, ne boş söz, ne günah işleme, ne yergi, ne de herhangi bir şeyden gafil olma vardır.
(Umeyye b. Ebi's-Salt, Dîvân, s. 471.)
En önemli şiiri:
بالخَـيْـرِ صَـبَّـحَـنا رَبـِّي و مَسَّانا
مَـمْـلُوءَةً طَـبَّـقَ الآفاقَ سُـلْـطانا
و بَـيْـنــَما نـَـقْــتَـنِي الأولادَ أفْـنانا
أنْ سوفَ يَـلْـحَـقُ أُخْـرانا بأوْلانا
-
الحَمْدُ لله مُـمْسانا و مُـصْــبَـحـَنا
رَبُّ الحَـنِـيفَـةِ لمْ تـَـ ــنْـفــَـدْ خَـزائِـنـُـها
بَـيْـنا يُـرَبِّـنا آباؤُنا هَـلَكُوا
و قدْ عَـلِـمْـنا لَو أنَّ الْعـلْـمَ يَـنْفَـعُنا
Bizi sabah ve akşama ulaştıran Allah‘a hamd olsun; çünkü O, sağlık ve esenlik içinde bizi sabah ve akşama kavuşturmuştur.
Kuvvet ve kudretinin ufukları çepeçevre kuşattığı Hanîf dininin rabbinin dopdolu olan hazineleri, bitmek tükenmek bilmez.
Bir süre babalarımız bizi büyütüp beslediler ve ölüp gittiler; sonra biz, kendimizi yok edecek evlatlar ediniriz.
Biz, ilmin kendimize yarar sağlayacağını idrak edebilseydik bizden sonrakilerin, bizden öncekilere kavuşacaklarını da idrak etmiş olurduk.
Umeyye'nin bu şiiri, Hz. Peygamber'e okunduğunda “Şiiri iman etti, kalbi inkar etti.”, diğer bir rivayette de ise“Umeyye, ramak kaldı Müslüman olacaktı” demiştir.
(Ebu’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eğânî, IV, 130.)
ESKİ MISIR İNANÇLARI VE İSLAMDAKİ BENZERLİKLER
Yahudiler mısırdan eski İsrail topraklarına göç ettiklerinde yanların getirdikleri şeylerden biride eski Mısır inançlarıydı. Bu inançlardan büyük bir kısmı Tevrattan, incile, oradanda İslam inancına geçmiştir.
a- Mizan terazisi
LOKMAN/16. "YAVRUM, HABERİN OLSUN Kİ, YAPTIĞIN BİR HARDAL TANESİ TARTISI OLSA DA BİR KAYA IÇINDE VEYA GÖKLERDE YAHUT YERİN DİBİNDE GİZLENSE ALLAH ONU GETİRİR, MiZANINA KOYAR. ÇÜNKÜ ALLAH EN INCE ŞEYLERI BILEN, HERŞEYDEN HABERİ OLANDIR.
İslam inancında ölen kişi Mahşer yerine getirilir ve orada mizan terazisinde günahları ve sevapları tartılır. Alatta eski mısır inancında ölmüş kişinin kalbinin (amellerin) tartılması var.
Eski Mısırlılar hayatın ölümle bittiğine inanmak istemezler, insan son nefesini verdiği anda ruhunun uzun bir yolculuğa çıkıp ölüm Tanrısı Osiris ile yargıçlarının huzuruna vardığını düşünürlerdi. Onlara göre, ölen bir insanın ruhu öteki dünyaya gidiyordu. Diriler ve ölüler ülkesi arasındaki korku ülkesini geçince, büyük yargıcın karşısına, Anubis veya Horus tarafından getirilirdi. Orada bir tören düzenleniyor, bu törende ölenin kalbi tartılıyordu. Bu tören sırasında yeraltı tanrısı Anubis elinde bir terazi tutardı. Ölünün kalbi bu terazinin kefelerinden birine konurdu. Öteki kefede ise adaleti ve doğruluğu ölçebilecek bir tüy bulunurdu. Eğer ölü adil ve dürüst bir yaşam sürmüş ise kefeler dengelenirdi. Eğer kalp tartıda eksik gelirse, yemesi için Ament adlı canavara verilirdi. Bütün bu olup biteni Tanrıların katibi Thoth kayda geçirirdi.
Üstteki Mısır ahiret inancıyla alttaki İslam inancı birbirleriyle neredeyse aynı. Üstte olduğu gibi İslam inancındada tartılma işleminden sonra iyi ameli eksik gelenler cehennem zabanilerine teslim edilir.
Alttaki hadiste Muhammed Mizan tartısından bahsetmektedir.
5052 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ateşi hatırlayıp ağladım, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: S
"Niye ağlıyorsun?" diye sordu.
"Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, Kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?" dedim.
"Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: Mizan yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi öğreninceye kadar; Sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defteri nereye düşecek, öğreninceye kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına mı? Sırat'ın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca; bunu geçinceye kadar."
Ebu Davud, Sünen 28, (4755).
Gene incilde Eski mısır inancına benzer bir ahiret, yargılanma biçimi var.
ESİNLEME/21.BÖLÜM.Ölülerin yargılanması
Ölüler, kitaplarında yaptıklarına bakılarak yargılandılar. Deniz kendisinden olan ölüleri, ölüm ve ölüler diyarıda kendilerinde olan ölüleri teslim ettiler. Her biri yaptıklarına göre yargılandı. Ölüm ve ölüler diyarı, ateş gölüne atıldı. Bu ateş gölü ikinci ölümdür. Adları yaşam kitabında yazılamaş olanların hepsi ateş gölüne atıldı.
b-Mısırda yaratılış. Heliopolis yaradılış efsanelerine göre , Atum/Ra tek bir erkek tanrı olduğu için , ancak masturbasyon yolu ile başka varlıkları meydana getirmiştir. Piramit metinlerine göre , Atum/Ra “ erkeklik organını elleri arasına alıp , fışkırtarak ikizleri meydana getirdi : Şu ve Tefnut .”
KAYNAK:BAUVAL Robert , GILBERT Adrian , Tanrıların Evi Orion’da ( çev. Belkıs Çorakçı ) , Milliyet Yayınları , İstanbul , 1996
BUDGE E.A.Wallis , Egyptian Magic , Dover Publications , New York , 1971
KUR’AN-TARIK/5. İNSAN NEDEN YARATILDIĞINA BİR BAKSIN!
6. ATILAN BİR SUDAN YARATILDI.
7. (O SU) SIRT İLE GÖĞÜS KAFESİ ARASINDAN ÇIKAR.
8. ISTE ALLAH (BASLANGIÇTA BU SEKILDE YARATTIĞI) İNSANI TEKRAR YARATMAYA DA KADİRDİR.
NAHL/4. 4. O, İNSANI BIR DAMLA SUDAN YARATTI. FAKAT BAKARSIN Kİ (İNSAN) RABBINE APAÇIK BIR HASIM OLUVERMISTIR
C-SÜNNET.
Erkeğin sünnet edilmeside gene eski Mısır- TEVRAT kaynaklıdır.
Karnak’taki Mut tapınağının kuzey doğu çevre duvarı üzerine işlenmiş bir sünnet ritüelinin gerçekleşme sahnesi ile ilgili bilgileri bize aktaran yazar, bu tapınağın; Mısır’da XXI. veya XXII. hanedanlık dönemine denk düştüğü görüşünde... Tarihlemek gerekirse, bu dönem; MÖ. 1075 / -715 gibi geniş bir aralığa oturtulabilir. Bununla birlikte, yazarın bu makalesi sırasında, ilgili tapınakların tarihlenmesi konusunda henüz detaylı bir çalışma yapılmamış olduğunu da öğreniyoruz.
Her şeyden önce, bir erkek çocuk sünnet sahnesi bakımından, buradaki bulguyu öne çıkarmak istedim. Çünkü Akado-sümer kayıtları içinde, bildiğim kadarıyla, günümüzdeki sünnet şekline uygunluk taşıyan, bir bulgu yer almıyor.
Buradaki sünnet sahnesinin, erkek çocuğun cinsel organının tamamen değil, şimdiki gibi, uç kısmının kesildiği bir sahne olduğundan yola çıkıyoruz.
Eğer, bu varsayım doğru ise, bunu, açık şekliyle, bir desen haliyle, ilk kez Mısır’da görmüş oluyoruz.
D-Eski Mısırda Dünya’nın konumu ve İslamda..
HUD/7. O, HANGİNİZİN AMELİNİN DAHA GÜZEL OLACAGI HUSUSUNDA SİZİ İMTİHAN ETMEK IÇIN, ARŞ'I SU ÜZERINDE İKEN, GÖKLERI VE YERİ ALTI GÜNDE YARATANDIR. YEMİN EDERİM Kİ, (RESÛLÜM!): "ÖLÜMDEN SONRA MUHAKKAK DİRİLTILECEKSİNİZ" DESEN, KÂFIR OLANLAR DERHAL "BU, AÇIK BIR BÜYÜDEN BASKA BIR SEY DEĞILDİR" DERLER.
Mısır insanının evren kavrayaşında Dünya tepsi biçimindedir. Ortasında verimli bir çukurluk ve çevresinde yüksek dağlar vardır. Bu tepsi suda yüzmektedir. Evrenin ilksel öğesi sudur. Her şey sudan gelir. Tepsinin üstünde göğü saran ve gökkubbeyi tutan hava vardır.
Mezepotomyalılara göre evren, Yer, gök
ve ikisi arasında bulunan okyanustan oluşmaktaydı
E-Eski Mısırda ölüm.
Eski mısırda mezarda bulunan cenaze yazılarındaki ölüye ait ruh tasviri Eski Mısır’daki adıyla –ba diğer bir çok yerde görülebilir. Ba bir kuş olarak resmedilmiştir. Fakat bu kuşun başı ölmüş insanın başıdır. Bu kuşun pençeleri shen biçimindedir ve sonsuzluğu temsil eder.(bknz. İsa yazmaları. Mısırın gizemi bölümü)
İslam inancında Mısır inancındaki gibi yeniden dirilme mevcuttur ve alttaki buhari hadisi ile üstteki Eski Mısır inanışında benzerlik var.
5017 - Ka'b İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mü'minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada beslenir."
Muvatta, Cenaiz 49, (1, 240); Nesai, Cenaiz 117, (4, 108); İbnu Mace, Zühd 32, (4271).
Mısır piramitlerinde ‘’Ey kral; yola ölü olarak değil, canlı olarak çıktın’’ yazar. Bunun anlamı ölen bir insanın aslında ölümle gerçek aslına kavuştuğuna, ölümle aslında dirildiğine inanılırdı. Bazı İslam sufi öğrenciler ölen alimlerinin kabri başında onlara rabıta yaparak ders ve feyz aldıklarını idda ederler bknz. Tarikatte rabıta. Ferit Aydın.
İslam inancında yine aynı inanç mevcuttur özellikle İslam sufizminde ölen kişinin ruhu öldükten sonra kınından çıkmış kılıç gibi iş göreceğine inananlar bulunur ve ölüm gerçeğe uyanıştır.
F-Güneş denizden doğup denizdemi batar.
Eski Mısır inancında tanrı ra yani güneş, her sabah sudan doğar ve her akşam suda batar güneşin battığı yerde tanrı ra’yı bekleyen bir canavar olduğu inancı Eski Mısırda mevcuttur.
Muhammed ticaretle uğraştığı için arap yarım adasının çeşitli yerlerine kervanlarla iş seyehatleri düzenlerdi. Muhammed gittiği yerlerde değişik dinden,kültürden insanlarla karşılaşır sohbet ederdi, üstteki efsanevi inançla Muhammed’in kurana koyduğu güneş tespiti benzer nitelikte olup Muhammedin kitabına koyduğu teorilerin başka kültürlerden alınma olma ihtimali gittikçe kuvvetlenmektedir. Alttaki ayette zülkarneyn’in güneşin battığı yere gittiğini anlatırki; Zülkarneyn aslında kral 2. İskender (sekonder) büyük İskender lakabıylada meşhur olup Araplara zülkarneyn adıyla geçmiştir ve peygamber değil bir putperest kraldır.
KUR’AN-KEHF/86. NİHAYET GÜNEŞİN BATTIĞI YERE VARINCA, ONU KARA BİR BALÇIKTA BATAR BULDU. ONUN YANINDA (ORADA) BIR KAVME RASTLADI. BUNUN ÜZERINE BİZ: EY ZÜLKARNEYN! ONLARA YA AZAP EDECEK VEYA HAKLARINDA İYİLİK ETME YOLUNU SEÇECEKSİN, DEDİK.(Zavallılar, güneşin denizde battığını zannediyorlardı)
Akheneton'un bir şiiri Kur'an ayetlerine ne kadarda çok benziyor sanki aynı gibiler öyle değilmi?....
Tanrı uludur, birdir, tektir.
Ondan başkası yoktur.
Bir tanedir,
O'dur her varlığı yaratan
Bir ruhtur Tanrı, görünmeyen bir ruh...
Ta başlangıçta vardı Tanrı,
Tek varlıktı o.
Hiç birşey yokken o vardı.
Herşeyi o yarattı (...)
Ezelden beri süregelen varlığı,
Ebediyete kadar sürecek,
Gizlidir Tanrı, kimse görmemiştir onu.
İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman
Son: "Bir sehre karsi cenketmek için onu barisikliga çagiracaksin. Ve vaki olacak ki eger sana baris cevabi
verirse ve kapilarini sana açarsa o vakit vaki olacak ki içinde bulunan bütün kavm sana angaryaci
olacaklar ve sana kulluk edecekler.Ve eger seninle musalaha etmeyip (baris yapmayip) cenketmek
isterse o zaman onu kusatacaksin ve Allahin Rab (bu sehri) senin eline verdigi zaman onun her
erkegini kiliçtan geçireceksin; ancak kadinlari, ve çocuklari ve hayvanlari ve sehirde olan her seyi,
bütün malini kendin için çapul edeceksin ve Allahin... sana verdigi düsmanlarinin mallarini yiyeceksin"
(Tevrat, Tesniye Kitabi, Bap 20: 10-14)
Kaynaklar: Kur’an, Tevrat, İncil, Buhari Hadisleri, Turan Dursun Kitapları, Dinler ve Mezhepler Tarihi Muhammed b. Abdülkerim eş-Şehristanî, İlhan Arsel Kur’an’ın eleştirisi 2. pdf. BAUVAL Robert , GILBERT Adrian , Tanrıların Evi Orion’da ( çev. Belkıs Çorakçı ) , Milliyet Yayınları , İstanbul , 1996
BUDGE E.A.Wallis , Egyptian Magic , Dover Publications , New York , 1971
27 Ekim 2009 Salı
SANA KULLUK EDELİM DİYE SENİ YARATTIK
Osmanlı döneminde müslümanlık propagandası için Japonya'ya giden elli kişilik bir kurula Japonlar'ın sorduğu bir soruyu iletiyorum (Dünya Gazetesi, 2.5.1963).
"Bize bir Müslüman millet gösteriniz ki, bu dini kabul etmeden önce sefil ve peri?an iken kabul ettikten sonra ilerlemiş, gelişmiş, mesut ve müreffeh olmuştur. Bir tek örnek verin, kâfi."
Yıl 1999.. Islamiyetin Muhammed tarafından uyduruluşundan bu güne kadar 1400 yıl geçti. Bugün, hâlâ böyle bir Islam memleketi yok!..
Kuran'dan tam ayet metinleri :(Diyanet tercümesi'nden):
Kur'an bir bilmece-bulmaca kitabı mıdır?
Kuran, kim için ve ne zaman hazırlanmıştır?
Kuran, Muhammed'in yaşadığı devirdeki insanlara islamiyeti tanıtmak ve islami emirleri bildirmek için hazırlanmıştır. Dolayısı ile bir kargaşa çıkmamsı için Kur'an'da yazılanlar açık, net ve kesin olmalıdır.
Bazıları, Kuran'ın her okuyan tarafından anlaşılamayacağını, Kuran'ı anlamak için önceden bilgi sahibi olunmasını, "ilim" sahibi olunmasını ileri sürerek Kuran'daki akıldışı, bilimdışı, antihümanist ve çağdışı ayetlerin anlamlarını gizlemek isterler. "Kuran'daki şu kelimenin anlamı aslında bu değildir, bu ayet o değil, bu anlama geliyor.." gibi tartışmaları zaman zaman duyarız.
Kuran, kendisini okuyan herkesin ayrı birşey anlayacağı bir bilmece-bulmaca kitabı mıdır, yoksa, her okuyanın aynı şeyi anlaması ve aynı şeyi uygulaması için hazırlanmış bir Islam Anayasası mıdır?
Elbette ki, Kuran, kendisini okuyan herkesin ayrı birşey anlayacağı bir bilmece-bulmaca kitabı değil, her okuyanın aynı şeyi anlaması ve aynı şeyi uygulaması için hazırlanmış bir Islam Anayasası'dır.
Kuran, kendisinin açık, net ve anlaşılır bir kitap olduğunu kendisi şu ayetlerde söylüyor:
43:2. Apaçık Kitab'a andolsun ki ,
44:2. Apaçık olan Kitab'a andolsun ki,
58:5. Allah'a ve Resûlüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.
65:11. İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir.
2:99. Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. (Ey Muhammed!) Onları ancak fasıklar inkâr eder.
4:174. Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.
5:15. Ey ehl-i kitap ! Resûlümüz size Kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzu) da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.
6:59. Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.
15:1. Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab'ın ve apaçık bir Kur'an'ın âyetleridir.
29:49. Hayır, o (Kur'an), kendilerine ilim verilenlerin sînelerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkâr eder.
36:69. Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.
"Islam hoşgörü dini" midir? Kuran'daki "şiddet ayet"leri
Bakara/2/191. Onlari buldugunuz yerde oldurun. Sizi cikardiklari yerden siz de onlari cikarin. Fitne cikarmak, adam oldurmekten daha kotudur. Mescidi Haram'in yaninda, onlar savasmadikca siz de onlarla savasmayin. Sizinle savasirlarsa onlari oldurun. Inkar edenlerin cezasi boyledir.
Ali Imran/3/85. Kim Islamiyet'ten baska bir dine yonelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.
Ali Imran//3/118. Ey Inananlar! Sizden olmayani sirdas edinmeyin, onlar sizi sasirtmaktan geri durmazlar, sikintiya dusmenizi isterler. Onlarin ofkesi agizlarindan tasmaktadir, kablerinin gizledigi ise daha buyuktur. Eger aklediyorsaniz, suphesiz size ayetleri acikladik.
Ali Imran/3/119. Iste siz, onlar sizi sevmezken onlari seven ve Kitablarin butunune inanan kimselersiniz. Size rasladiklari zaman: "Inandik"derler, yalniz kaldiklarinda da, size ofkelerinden parmaklarini isirirlar. De ki: "Ofkenizden catlayin". Allah kalblerde olani bilir.
Bu ayetin tercümesinde bir okurun uyarmasi üzerine tekrar bir kontrol yaptim. Daha önceki baskida, "çatlamak" yerine "gebermek"fiili kullanilmisti ve okur, kendi elindeki meallerde böyle bir kelime kullanilmadigini söylemisti. Diyanet tercümesinde ise yukaridaki sekilde yer almisti ayet.. Bunun üzerine, Kuran'in Ingilizce tercümelerinden bir kontrol yapmak lüzumu hissettim:
Kuran'in Ingilizce diline yapilmis 3 adet onemli ve tum dunyaca kabul edilen tercumelerinden alinan Al-i Imran Suresinin 119.ayetinin tercumeleri asagidadir:
Translation: Pickthall
[Al-Imran 3:119] Lo! ye are those who love them though they love you not, and ye believe in all the Scripture. When they fall in with you they say: We believe; but when they go apart they bite their finger-tips at you, for rage. Say: Perish in your rage! Lo! Allah is Aware of what is hidden in (your) breasts.
Translation: Yusufali
[Al-Imran 3:119] Ah! ye are those who love them, but they love you not,- though ye believe in the whole of the Book. When they meet you, they say, "We believe": But when they are alone, they bite off the very tips of their fingers at you in their rage. Say: "Perish in you rage; God knoweth well all the secrets of the heart."
Translation: Shakir
[Al-Imran 3:119] Lo! you are they who will love them while they do not love you, and you believe in the Book (in) the whole of it; and when they meet you they say: We believe, and when they are alone, they bite the ends of their fingers in rage against you. Say: Die in your rage; surely Allah knows what is in the breasts.
Simdi sözlüğe bakalım:
Perish: ölmek, mahvolmak, yok olmak, telef olmak, zail olmak (Redhouse Turkce-Ingilizce, Sf 416)
Perish: ...2.to die; esp., to die a violent or untimely death-... (New World Dictionary of the American Language, Second College Edition, Sf 1059)
Burada görülüyor ki, üç adet Ingilizce Kuran tercümesinin ikisinde Ingilizce tercümede "die" yani "ölmek" fiili kullanılırken, bir diğerinde "perish" yani gene ölmek ama, daha 'beter' ölmek fiili kullanılmış.
Benim kanım, Diyanet'in tercümesinde kullanılan "çatlamak" fiili, eksik ve yetersiz tercümedir. Biraz ayeti yumuşatmak için kasten yapılmış havasını veriyor..
Maide/5/33. Allah ve peygamberiyle savasanlarin ve yeryuzunde bozgunculuga ugrasanlarin cezasi oldurulmek veya asilmak yahut capraz olarak el ve ayaklari kesilmek ya da yerlerinden surulmektir. Bu onlara dunyada bir rezilliktir. Onlara ahirette buyuk azab vardir.
Maide/5/35. Ey Inananlar! Allah'tan sakinin, O'na ulasmaya yol arayin, yolunda cihad edin ki kurtulasiniz.
Maide/5/38. Erkek hirsiz ve kadin hirsizin, yaptiklarindan oturu Allah tarafindan ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah Guclu'dur, Hakim'dir.
Maide/5/51. Ey Inananlar! Yahudileri ve hiristiyanlari dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandir. Allah zulmeden kimseleri dogru yola eristirmez.
Tevbe/9/5. Hurmetli aylar cikinca, puta tapanlari buldugunuz yerde oldurun; onlari yakalayip hapsedin; her gozetleme yerinde onlari bekleyin. Eger tevbe eder, namaz kilar ve zekat verirlerse yollarini serbest birakin. Dogrusu Allah bagislar ve merhamet eder.
Tevbe/9/29. Kitap verilenlerden, Allah'a, ahiret gunune inanmayan, Allah'in ve peygamberinin haram kildigini haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarini bukup kendi elleriyle cizye verene kadar savasin.
Tevbe/9/41. Isteyen, istemeyen, hepiniz savasa cikin. Allah yolunda mallarinizla, canlarinizla cihat edin. Bilirseniz bu sizin cin hayirlidir.
Tevbe/9/73. Ey Peygamber! Inkarcilarla, ikiyuzlulerle savas; onlara karsi sert davran. Varacaklari yer cehennemdir, ne kotu donustur.
Tevbe/9/113. Cehennemlik olduklari anlasildiktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar icin magfiret dilemek Peygamber'e ve muminlere yarasmaz.
Tahrim/66/9. Ey Peygamber! Inkarcilarla ve ikiyuzlulerle savas; onlara karsi sert davran. Onlarin varacaklari yer cehennemdir, ne kotu donustur!...
Bakara/2/ 193. Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.
Hizbullah, IBDA-C, ve diger islam örgütleri ile Cübbeli Ahmet Hoca'lar, Şevki Yılmaz'lar gibi cahil kişileri şiddete yöneltici ve yalan yanlış bilgilerle kandıranlar, eylem ve konuşmalarını işte bu yurıdaki ayetlere dayandırıyorlar. Güçlerini, bu ayetlerden alıyorlar. Allah'tan-varsa eğer- geldiği iddia edilen ama aslında Muhammed ve arkadaşlarının hazırladığı Kuran ayetlerinden... Islamiyet, ilk günlerinden beri şiddetle birliktedir..
"Islam cinsiyet ayrımı yapmaz" mı?
Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.(Nisa/34)
(Yukarıdaki ayet ile kocaya, karısını dövme özgürlüğü tanınıyor ama, kadına kocasını dövme özgürlüğü verilmez hiçbir ayette...)
Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/4/128
(Nisa/34 ile karısını dövebilme hakkına sahip olan kocaya, yukarıdaki ayete göre kadın sadece "sulh" yapmakla yükümlü...)
"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinda belli hakları vardır.Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler." (Bakara/228)
(Erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu kesinlikle belirten bir ayet...)
Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.(Nisa/3)
(Erkeklere, birden çok kadınla evlenme hakkı tanınırken, kadınlara birden çok erkekle evlenme hakkı tanınmıyor...Ayrıca, erkekler karılarının haricinde "cariye" sahibi olabilirler ama kadınlara kocalarından başka erkek hakkı tanınmıyor...)
Bakara 223. Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah'tan korkun, biliniz ki siz O'na kavuşacaksınız. (Ya Muhammed!) müminleri müjdele! *
(Kuran'a göre, kadınlar erkeklerin nasıl isterlerse varabilecekleri bir 'tarla'.. Başka söze gerek var mı?)
"Islam akıl ve mantık dini" midir?
Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik. (Hicr/19)
Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık. (Hicr/26)
Cinleri de daha önce zehirli ate?ten yaratmıştık.(Hicr/27)
"Islam tüm insanlığa gönderilmiş" midir?
Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. Inanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar. (Fussilet/44)
Bu (Kur'an), Ümmü'l-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler.(En'am/92)
Şehirlerin anası (olan Mekke'de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. (Insanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir. (Şura/7).
Islamda Içki Yasagi ve Çelişkileri-Cennet Bilgileri
5/Maide/90. Ey iman edenler! şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.
16/Nahl/67: 67. Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz. Işte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.
16/Nahl/69: 69. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavimiçin büyük bir ibret vardır.
47/Muhammed/15. Müttakîlere vâdolunan cennetin durumu şöyledir: Içinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de bağışlama vardır. Hiç bu, ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?
78/Nebe 31. Şüphesiz takvâ sahipleri için de başarı ödülü vardır.
78/Nebe 32. Bahçeler,bağlar,
78/Nebe 33. Göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar,
78/Nebe 34. Ve içki dolu kâse(ler) .
76/El-Insan 5. Iyiler ise, kâfûr katılmış bir kadehten (cennet şarabı) içerler.
76/El-Insan 6. (Bu,) Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk.
76/El-Insan 14. (Cennet ağaçlarının) gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.
76/El-Insan 15. Yanlarında gümüşten kaplar ve billûr kupalar dolaştırılır.
76/El-Insan 16. Gümüşten öyle kadehler ki onları istedikleri ölçüde tayin ve takdir etmişlerdir.
76/El-Insan 17. Onlara orada bir kâseden içirilir ki (bu şarabın) karışımında zencefil vardır.
76/El-Insan 18. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebîl denir.
76/El-Insan 19. O insanların etrafında öyle ölümsüz genç nedîmler dolaşır ki, onları gördüğünde, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.
76/El-Insan 20. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.
76/El-Insan 21. Üzerlerinde yeşil ipekten ince ve kalın elbiseler vardır; gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.
76/El-Insan 22. (Onlara ?öyle denir:) Bu, sizin için bir mükâfattır. Sizin gayretiniz karşılığını bulmuştur.
37/Es-Saffat 43. Naîm cennetlerinde .
37/Es-Saffat 44. Tahtlar üzerinde karşılıklı otururlar.
37/Es-Saffat 45. Onlara pınardan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır.
37/Es-Saffat 46. Berraktır, içenlere lezzet verir.
37/Es-Saffat 47. O içkide ne sersemletme vardır ne de onunla sarhoş olurlar.
37/Es-Saffat 48. Yanlarında güzel bakışlarını yalnız onlara tahsis etmiş, iri gözlü eşler vardır.
37/Es-Saffat 49. Onlar, gün yüzü görmemiş yumurta gibi bembeyazdır.
4/Nisa/57. Inanıp; iyi işler yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetleresokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız.
Islam'da Kadın Ve Erkek Eşitsizliği (Miras Konuları)
Nisa/4/11. Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). ?üphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.
Nisa/4/12. Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, anababası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut birkızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak)tır. Bunlar Allah'tan size vasiyettir. Allah her şeyi hakkıyle bilendir, halîmdir.
Nisa/4/176. Senden fetva isterler. De ki: "Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kızkardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kızkardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektedir.
Zakkum Bitkisi Haram!..
Saffat/37: 62. Şimdi ziyafet olarak, cennet ehli için anılan bu nimetler mi daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?.
63. Biz onu (zakkumu) zalimler için bir fitne (imtihan) kıldık.
64. Zira o, cehennemin dibinde bitip yetişen bir ağaçtır.
65. Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir.
66. (Cehennemdekiler) ondan yerler ve karınlarını ondan doldururlar.
67. Sonra zakkum yemeğinin üzerine onlar için, kaynar su karıştırılmış bir içki vardır.
68. Sonra kesinlikle onların dönüşü, çılgın ateşe olacaktır.
Dinsizler kendiliklerinden mi inanmazlar Tanrı'ya-eger varsa-?
Insan Suresi, ayet:30, Tekvir:29 “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz..”
76/Insan/30: 76/30. Allah dilemedikce siz dileyemezsiniz. Dogrusu Allah, bilendir, Hakim'dir.
81/tekvir/29: Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikce sizler bir sey dileyemezsiniz.
“Allah kimi dilerse onu saptırır, ve kimi dilerse onu doğru yola koyar.” (Enam suresi, ayet:39)
6/Enam/125: Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyet'e acar, kimi de saptirmak isterse, goge yukseliyormus gibi, kalbini dar ve sikintili kilar. Allah Boylece, inanmayanlari kufur batakliginda birakir.
6/Enam/33: 6/39. Ayetlerimizi yalanlayanlar karanliklarda kalmis sagir ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptirir ve kimi dilerse onu dogru yola koyar.
10/Yunus/99“Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde insanların hepsi inanırdı.”
10/Yunus/99: 10/99. Rabbin dileseydi, yeryuzunde bulunanlarin hepsi inanirdi. oyle iken insanlari inanmaya sen mi zorlayacaksin?
32/Secde/13):Biz dilesek herkese hidayet verirdik. Fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair, benden söz çıkmıştır.”
32/Secde/13: Biz dilesek herkese hidayet verirdik, fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracagima dair Benden soz cikmistir.
Enam/125: Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun kalbini Islamiyet’e açar. Kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları küfür karanlığında bırakır
Enam/149): "Ustün delil, Allah’ın delilidir. O dileseydi, hepinizi doğru yola eriştirirdi de!”
http://site.mynet.com/ateizmorg1/islkuranayetler.html
"Bize bir Müslüman millet gösteriniz ki, bu dini kabul etmeden önce sefil ve peri?an iken kabul ettikten sonra ilerlemiş, gelişmiş, mesut ve müreffeh olmuştur. Bir tek örnek verin, kâfi."
Yıl 1999.. Islamiyetin Muhammed tarafından uyduruluşundan bu güne kadar 1400 yıl geçti. Bugün, hâlâ böyle bir Islam memleketi yok!..
Kuran'dan tam ayet metinleri :(Diyanet tercümesi'nden):
Kur'an bir bilmece-bulmaca kitabı mıdır?
Kuran, kim için ve ne zaman hazırlanmıştır?
Kuran, Muhammed'in yaşadığı devirdeki insanlara islamiyeti tanıtmak ve islami emirleri bildirmek için hazırlanmıştır. Dolayısı ile bir kargaşa çıkmamsı için Kur'an'da yazılanlar açık, net ve kesin olmalıdır.
Bazıları, Kuran'ın her okuyan tarafından anlaşılamayacağını, Kuran'ı anlamak için önceden bilgi sahibi olunmasını, "ilim" sahibi olunmasını ileri sürerek Kuran'daki akıldışı, bilimdışı, antihümanist ve çağdışı ayetlerin anlamlarını gizlemek isterler. "Kuran'daki şu kelimenin anlamı aslında bu değildir, bu ayet o değil, bu anlama geliyor.." gibi tartışmaları zaman zaman duyarız.
Kuran, kendisini okuyan herkesin ayrı birşey anlayacağı bir bilmece-bulmaca kitabı mıdır, yoksa, her okuyanın aynı şeyi anlaması ve aynı şeyi uygulaması için hazırlanmış bir Islam Anayasası mıdır?
Elbette ki, Kuran, kendisini okuyan herkesin ayrı birşey anlayacağı bir bilmece-bulmaca kitabı değil, her okuyanın aynı şeyi anlaması ve aynı şeyi uygulaması için hazırlanmış bir Islam Anayasası'dır.
Kuran, kendisinin açık, net ve anlaşılır bir kitap olduğunu kendisi şu ayetlerde söylüyor:
43:2. Apaçık Kitab'a andolsun ki ,
44:2. Apaçık olan Kitab'a andolsun ki,
58:5. Allah'a ve Resûlüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.
65:11. İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir.
2:99. Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. (Ey Muhammed!) Onları ancak fasıklar inkâr eder.
4:174. Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.
5:15. Ey ehl-i kitap ! Resûlümüz size Kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzu) da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.
6:59. Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.
15:1. Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab'ın ve apaçık bir Kur'an'ın âyetleridir.
29:49. Hayır, o (Kur'an), kendilerine ilim verilenlerin sînelerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkâr eder.
36:69. Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.
"Islam hoşgörü dini" midir? Kuran'daki "şiddet ayet"leri
Bakara/2/191. Onlari buldugunuz yerde oldurun. Sizi cikardiklari yerden siz de onlari cikarin. Fitne cikarmak, adam oldurmekten daha kotudur. Mescidi Haram'in yaninda, onlar savasmadikca siz de onlarla savasmayin. Sizinle savasirlarsa onlari oldurun. Inkar edenlerin cezasi boyledir.
Ali Imran/3/85. Kim Islamiyet'ten baska bir dine yonelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.
Ali Imran//3/118. Ey Inananlar! Sizden olmayani sirdas edinmeyin, onlar sizi sasirtmaktan geri durmazlar, sikintiya dusmenizi isterler. Onlarin ofkesi agizlarindan tasmaktadir, kablerinin gizledigi ise daha buyuktur. Eger aklediyorsaniz, suphesiz size ayetleri acikladik.
Ali Imran/3/119. Iste siz, onlar sizi sevmezken onlari seven ve Kitablarin butunune inanan kimselersiniz. Size rasladiklari zaman: "Inandik"derler, yalniz kaldiklarinda da, size ofkelerinden parmaklarini isirirlar. De ki: "Ofkenizden catlayin". Allah kalblerde olani bilir.
Bu ayetin tercümesinde bir okurun uyarmasi üzerine tekrar bir kontrol yaptim. Daha önceki baskida, "çatlamak" yerine "gebermek"fiili kullanilmisti ve okur, kendi elindeki meallerde böyle bir kelime kullanilmadigini söylemisti. Diyanet tercümesinde ise yukaridaki sekilde yer almisti ayet.. Bunun üzerine, Kuran'in Ingilizce tercümelerinden bir kontrol yapmak lüzumu hissettim:
Kuran'in Ingilizce diline yapilmis 3 adet onemli ve tum dunyaca kabul edilen tercumelerinden alinan Al-i Imran Suresinin 119.ayetinin tercumeleri asagidadir:
Translation: Pickthall
[Al-Imran 3:119] Lo! ye are those who love them though they love you not, and ye believe in all the Scripture. When they fall in with you they say: We believe; but when they go apart they bite their finger-tips at you, for rage. Say: Perish in your rage! Lo! Allah is Aware of what is hidden in (your) breasts.
Translation: Yusufali
[Al-Imran 3:119] Ah! ye are those who love them, but they love you not,- though ye believe in the whole of the Book. When they meet you, they say, "We believe": But when they are alone, they bite off the very tips of their fingers at you in their rage. Say: "Perish in you rage; God knoweth well all the secrets of the heart."
Translation: Shakir
[Al-Imran 3:119] Lo! you are they who will love them while they do not love you, and you believe in the Book (in) the whole of it; and when they meet you they say: We believe, and when they are alone, they bite the ends of their fingers in rage against you. Say: Die in your rage; surely Allah knows what is in the breasts.
Simdi sözlüğe bakalım:
Perish: ölmek, mahvolmak, yok olmak, telef olmak, zail olmak (Redhouse Turkce-Ingilizce, Sf 416)
Perish: ...2.to die; esp., to die a violent or untimely death-... (New World Dictionary of the American Language, Second College Edition, Sf 1059)
Burada görülüyor ki, üç adet Ingilizce Kuran tercümesinin ikisinde Ingilizce tercümede "die" yani "ölmek" fiili kullanılırken, bir diğerinde "perish" yani gene ölmek ama, daha 'beter' ölmek fiili kullanılmış.
Benim kanım, Diyanet'in tercümesinde kullanılan "çatlamak" fiili, eksik ve yetersiz tercümedir. Biraz ayeti yumuşatmak için kasten yapılmış havasını veriyor..
Maide/5/33. Allah ve peygamberiyle savasanlarin ve yeryuzunde bozgunculuga ugrasanlarin cezasi oldurulmek veya asilmak yahut capraz olarak el ve ayaklari kesilmek ya da yerlerinden surulmektir. Bu onlara dunyada bir rezilliktir. Onlara ahirette buyuk azab vardir.
Maide/5/35. Ey Inananlar! Allah'tan sakinin, O'na ulasmaya yol arayin, yolunda cihad edin ki kurtulasiniz.
Maide/5/38. Erkek hirsiz ve kadin hirsizin, yaptiklarindan oturu Allah tarafindan ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah Guclu'dur, Hakim'dir.
Maide/5/51. Ey Inananlar! Yahudileri ve hiristiyanlari dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandir. Allah zulmeden kimseleri dogru yola eristirmez.
Tevbe/9/5. Hurmetli aylar cikinca, puta tapanlari buldugunuz yerde oldurun; onlari yakalayip hapsedin; her gozetleme yerinde onlari bekleyin. Eger tevbe eder, namaz kilar ve zekat verirlerse yollarini serbest birakin. Dogrusu Allah bagislar ve merhamet eder.
Tevbe/9/29. Kitap verilenlerden, Allah'a, ahiret gunune inanmayan, Allah'in ve peygamberinin haram kildigini haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarini bukup kendi elleriyle cizye verene kadar savasin.
Tevbe/9/41. Isteyen, istemeyen, hepiniz savasa cikin. Allah yolunda mallarinizla, canlarinizla cihat edin. Bilirseniz bu sizin cin hayirlidir.
Tevbe/9/73. Ey Peygamber! Inkarcilarla, ikiyuzlulerle savas; onlara karsi sert davran. Varacaklari yer cehennemdir, ne kotu donustur.
Tevbe/9/113. Cehennemlik olduklari anlasildiktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar icin magfiret dilemek Peygamber'e ve muminlere yarasmaz.
Tahrim/66/9. Ey Peygamber! Inkarcilarla ve ikiyuzlulerle savas; onlara karsi sert davran. Onlarin varacaklari yer cehennemdir, ne kotu donustur!...
Bakara/2/ 193. Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.
Hizbullah, IBDA-C, ve diger islam örgütleri ile Cübbeli Ahmet Hoca'lar, Şevki Yılmaz'lar gibi cahil kişileri şiddete yöneltici ve yalan yanlış bilgilerle kandıranlar, eylem ve konuşmalarını işte bu yurıdaki ayetlere dayandırıyorlar. Güçlerini, bu ayetlerden alıyorlar. Allah'tan-varsa eğer- geldiği iddia edilen ama aslında Muhammed ve arkadaşlarının hazırladığı Kuran ayetlerinden... Islamiyet, ilk günlerinden beri şiddetle birliktedir..
"Islam cinsiyet ayrımı yapmaz" mı?
Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.(Nisa/34)
(Yukarıdaki ayet ile kocaya, karısını dövme özgürlüğü tanınıyor ama, kadına kocasını dövme özgürlüğü verilmez hiçbir ayette...)
Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/4/128
(Nisa/34 ile karısını dövebilme hakkına sahip olan kocaya, yukarıdaki ayete göre kadın sadece "sulh" yapmakla yükümlü...)
"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinda belli hakları vardır.Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler." (Bakara/228)
(Erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu kesinlikle belirten bir ayet...)
Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.(Nisa/3)
(Erkeklere, birden çok kadınla evlenme hakkı tanınırken, kadınlara birden çok erkekle evlenme hakkı tanınmıyor...Ayrıca, erkekler karılarının haricinde "cariye" sahibi olabilirler ama kadınlara kocalarından başka erkek hakkı tanınmıyor...)
Bakara 223. Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah'tan korkun, biliniz ki siz O'na kavuşacaksınız. (Ya Muhammed!) müminleri müjdele! *
(Kuran'a göre, kadınlar erkeklerin nasıl isterlerse varabilecekleri bir 'tarla'.. Başka söze gerek var mı?)
"Islam akıl ve mantık dini" midir?
Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik. (Hicr/19)
Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık. (Hicr/26)
Cinleri de daha önce zehirli ate?ten yaratmıştık.(Hicr/27)
"Islam tüm insanlığa gönderilmiş" midir?
Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. Inanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar. (Fussilet/44)
Bu (Kur'an), Ümmü'l-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler.(En'am/92)
Şehirlerin anası (olan Mekke'de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. (Insanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir. (Şura/7).
Islamda Içki Yasagi ve Çelişkileri-Cennet Bilgileri
5/Maide/90. Ey iman edenler! şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.
16/Nahl/67: 67. Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz. Işte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.
16/Nahl/69: 69. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavimiçin büyük bir ibret vardır.
47/Muhammed/15. Müttakîlere vâdolunan cennetin durumu şöyledir: Içinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de bağışlama vardır. Hiç bu, ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?
78/Nebe 31. Şüphesiz takvâ sahipleri için de başarı ödülü vardır.
78/Nebe 32. Bahçeler,bağlar,
78/Nebe 33. Göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar,
78/Nebe 34. Ve içki dolu kâse(ler) .
76/El-Insan 5. Iyiler ise, kâfûr katılmış bir kadehten (cennet şarabı) içerler.
76/El-Insan 6. (Bu,) Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk.
76/El-Insan 14. (Cennet ağaçlarının) gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.
76/El-Insan 15. Yanlarında gümüşten kaplar ve billûr kupalar dolaştırılır.
76/El-Insan 16. Gümüşten öyle kadehler ki onları istedikleri ölçüde tayin ve takdir etmişlerdir.
76/El-Insan 17. Onlara orada bir kâseden içirilir ki (bu şarabın) karışımında zencefil vardır.
76/El-Insan 18. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebîl denir.
76/El-Insan 19. O insanların etrafında öyle ölümsüz genç nedîmler dolaşır ki, onları gördüğünde, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.
76/El-Insan 20. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.
76/El-Insan 21. Üzerlerinde yeşil ipekten ince ve kalın elbiseler vardır; gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.
76/El-Insan 22. (Onlara ?öyle denir:) Bu, sizin için bir mükâfattır. Sizin gayretiniz karşılığını bulmuştur.
37/Es-Saffat 43. Naîm cennetlerinde .
37/Es-Saffat 44. Tahtlar üzerinde karşılıklı otururlar.
37/Es-Saffat 45. Onlara pınardan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır.
37/Es-Saffat 46. Berraktır, içenlere lezzet verir.
37/Es-Saffat 47. O içkide ne sersemletme vardır ne de onunla sarhoş olurlar.
37/Es-Saffat 48. Yanlarında güzel bakışlarını yalnız onlara tahsis etmiş, iri gözlü eşler vardır.
37/Es-Saffat 49. Onlar, gün yüzü görmemiş yumurta gibi bembeyazdır.
4/Nisa/57. Inanıp; iyi işler yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetleresokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız.
Islam'da Kadın Ve Erkek Eşitsizliği (Miras Konuları)
Nisa/4/11. Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). ?üphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.
Nisa/4/12. Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, anababası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut birkızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak)tır. Bunlar Allah'tan size vasiyettir. Allah her şeyi hakkıyle bilendir, halîmdir.
Nisa/4/176. Senden fetva isterler. De ki: "Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kızkardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kızkardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektedir.
Zakkum Bitkisi Haram!..
Saffat/37: 62. Şimdi ziyafet olarak, cennet ehli için anılan bu nimetler mi daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?.
63. Biz onu (zakkumu) zalimler için bir fitne (imtihan) kıldık.
64. Zira o, cehennemin dibinde bitip yetişen bir ağaçtır.
65. Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir.
66. (Cehennemdekiler) ondan yerler ve karınlarını ondan doldururlar.
67. Sonra zakkum yemeğinin üzerine onlar için, kaynar su karıştırılmış bir içki vardır.
68. Sonra kesinlikle onların dönüşü, çılgın ateşe olacaktır.
Dinsizler kendiliklerinden mi inanmazlar Tanrı'ya-eger varsa-?
Insan Suresi, ayet:30, Tekvir:29 “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz..”
76/Insan/30: 76/30. Allah dilemedikce siz dileyemezsiniz. Dogrusu Allah, bilendir, Hakim'dir.
81/tekvir/29: Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikce sizler bir sey dileyemezsiniz.
“Allah kimi dilerse onu saptırır, ve kimi dilerse onu doğru yola koyar.” (Enam suresi, ayet:39)
6/Enam/125: Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyet'e acar, kimi de saptirmak isterse, goge yukseliyormus gibi, kalbini dar ve sikintili kilar. Allah Boylece, inanmayanlari kufur batakliginda birakir.
6/Enam/33: 6/39. Ayetlerimizi yalanlayanlar karanliklarda kalmis sagir ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptirir ve kimi dilerse onu dogru yola koyar.
10/Yunus/99“Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde insanların hepsi inanırdı.”
10/Yunus/99: 10/99. Rabbin dileseydi, yeryuzunde bulunanlarin hepsi inanirdi. oyle iken insanlari inanmaya sen mi zorlayacaksin?
32/Secde/13):Biz dilesek herkese hidayet verirdik. Fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair, benden söz çıkmıştır.”
32/Secde/13: Biz dilesek herkese hidayet verirdik, fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracagima dair Benden soz cikmistir.
Enam/125: Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun kalbini Islamiyet’e açar. Kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları küfür karanlığında bırakır
Enam/149): "Ustün delil, Allah’ın delilidir. O dileseydi, hepinizi doğru yola eriştirirdi de!”
http://site.mynet.com/ateizmorg1/islkuranayetler.html
Din, insanların kendini avutma çabasıdır.
Kur'an ve Din (İslamiyet Gerçeği I) - Erdoğan AYDIN
Dinsel evrim, yani ilahi dinler de dahil olmak üzere tüm inançların zamanla geçirdiği morfolojik değişim, kitabın temel dayanak noktalarından birisini oluşturuyor. Tüm inanç biçimleri, insanlık tarihinin belli bir olgunluk düzeyine ulaşmasıyla ortaya çıkıyor. Yani insan bilincinin, zamanla pek çok şeyi algılayabilecek ve ona neden arayabilecek duruma gelmesi, insanları bir arayışa sürüklüyor. Bu arayış sonrasında, örneğin "Neden gök gürlüyor?", "Neden fırtınalar kopuyor?", "Neden yağmur yağıyor, neden deprem oluyor?" gibi sorular insanların kafasını kurcalamaya başlıyor. O zamanın ilkel insanları bu sorulara cevap üretebilecek kadar gelişkin olmadıkları için, tüm bu doğa olaylarını "doğaüstü bir gücün" ürettiğini zannediyorlar. Bunun neticesinde tanrı fikri doğuyor.
Tanrısız geçirilen yüz binlerce yıldan sonra, büyücülük, totemcilik ve ruhçuluk, çoktanrıcılık şeklinde, basitten karmaşığa doğru gelişen bir süreci takiben, tek tanrıya varılabildiği gerçeği ile karşı karşıyayız.
Peki tanrı ortaya çıkıp ilahi dinleri takdim etmek için neden yüz binlerce yıl bekledi? Öyle ki, ilahi dinlerin varlık gösterdiği üç bin yıllık dönemin bin yıldan fazlasında tek tanrıcılık çok küçük bir topluluğa hitap etmiştir. Yahudilik bilindiği üzere pek yaygınlaşmamış, dar bir kapsamda kendini muhafaza etme yolunu seçmiştir. Yahudiliğe muhalif bir anlayış olarak yine İbrani kavmi içerisinde doğan Hıristiyanlık ise, ortaya çıkışından yaklaşık 325 yıl sonra Roma İmparatorluğu tarafından resmi din kabul edilene kadar yer altında (underground) varlık göstermek durumunda kalmıştır.
Görüldüğü gibi tektanrılı dinlerin dünyadaki etkinliğinin tarihi 1600 yıldan ibarettir. Bundan önce tek tanrının, yarattığı varsayılan insanlık üzerinde yaygın bir etkisi bulunmamakta, insanlığın yaygın bilinci onu tanımamaktadır. (sayfa: 39)
Hal böyle olunca, tek tanrılı dinlerin niçin tarihin belli bir evresinde ortaya çıkmış olabileceğini düşündüm. Daha önceleri birbirinden kopuk ufak topluluklar halinde yaşayan insanların, tarihsel süreç içerisinde devletleşmeleri, büyük alanlarda bir arada yaşamaya başlamaları gibi nedenler, onları yerel inançlardan genel inançlara sürüklemiş olabilir. Yani büyücülük, totem, çoktanrıcılık... gibi inançlar, büyük devletlerin halkı bir arada tutabilmelerine engel teşkil ediyor olabilir. Bu da çok normaldir, zira Ahmet'in inandığı puta Mehmet inanmıyorsa ve başka bir putu kendisine tanrı olarak seçiyorsa, orada birlikten (tevhid) bahsetmek çok güç olacaktır. "Birlik" duygusu olamayan bir halkın, devlet açısından ne büyük sorunlar teşkil ettiğini de hepimiz gayet iyi biliriz. Din, hiç kuşku yok ki, büyük halk kitlelerini bir arada tutabilen ve ortak bir amaç uğruna sorgusuz sualsiz koşullandırabilen en önemli toplumsal kurumdur. Dinin bu özelliği, onun geçirdiği biçimsel değişiklikleri biraz olsun açıklıyor sanki... İnsanları çoktanrıcılıktan tektanrıcılığa sürükleyen rüzgar, sanırım güç ve iktidar ilişkilerinden doğuyordu!
Neyse, sonuç olarak insanlık belli bir gelişkinlik seviyesine ulaştığı anda tek tanrılı dinlerin varlığını kabul etti. Bu kabulün gerçekleşmesinde, hem fikriyatta hem de maddiyatta (maddiyattan kasıt, iktisadi ve siyasi şartların değişimidir) meydana gelen gelişimler etkili oldu.
Her şeyden önce şunu sormamız gerekir: Din, neye hizmet ediyor? Sınıflı toplum düzeninin korunmasına mı? Toplumu koşulsuz itaate sürüklemeye mi? Toplumdaki servet eşitsizliğini meşru göstermeye mi? "Kader", "şükür", "tevekkül" gibi kavramlarıyla toplumu edilgen kılmaya mı? İnsanların ruhsal tatminine mi? Kitap bu sorunları Kuran temelinde ele alıyor. O halde ben de kitapla aynı seyirde devam edeceğim.
Kuran'ın tanrısı, nedendir bilinmez, köleci toplum düzenini yok etmek adına hiçbir çaba sarf etmez. Aksine köleciliği teşvik eden ayetler indirir. İndirdiği birçok ayette "köle" lafını kullanmasına karşın, bir tanesinde bile "kölelerinizi serbest bırakın, kölecilikten vazgeçin" gibi laflar etmez. Tarih bilimi, çok net bir şekilde 7. yüzyıl Arap coğrafyasında köleciliğin oldukça etkili olduğunu söylüyor. Kuran'da da köleciliği meşrulaştıran bir anlayış olduğunu görünce, dünyayı daha müreffeh bir yer haline getirmeye çalışan(?) Allah'ın, aslında bunun için en ufak bir çaba harcamadığı sonucuna varıyoruz. Ayrıca indirilen ayetlerin var olan toplumsal düzeni değiştirmek yerine, bu düzeni körüklemesi de ayrı bir tuhaflık. Üstüne üstlük toplumdaki servet eşitsizliklerini "sadaka" ve "zekat" gibi şeylerle meşrulaştırmaya çalışması da ayrı bir ilginçlik! Bu eşitsizliği kökünden yok etmek varken, yoksullara "sus payı" vererek sınıflı toplumu normalleştiriyor olması gerçekten garip.
Hıristiyanlıktan sonra tüm insanlığa hitap ettiği iddiasıyla indirilen Kuran'ın, aslında egemen sınıflara ve yalnızca Arap toplumuna hitap ettiğini görebilmek için müneccim olmak gerekmiyor. Açıkçası eleştirel bir gözle bakabilen her Kuran okurunun görebileceği birtakım çarpıklıklar ve mantıksızlıklar, bu gerçeği gözler önüne sermeye yetiyor. Örneğin Tebbet Suresi'nin tamamının Ebu Leheb adındaki Mekke egemenlerinden birine hitap ediyor olması tuhaf değil midir? Yani tüm zamanlara ve tüm insanlığa indirildiği söylenen bir kitapta, Ebu Leheb denen bir Arap'ın sure bazında 1/114 oranında yer kaplaması tuhaf değil midir? Üşenmedim, bu surenin tefsirine de baktım ancak yine doyurucu bir açıklamayla karşılaşmadım. Yani bugünün insanı için, "Ebu Leheb'in ellerinin kuruduğu" bilgisi ne ifade edebilir? Kuran gibi "yol gösterici, rehber" olduğu iddia edilen bir kitapta, bu tarz bir bilginin ne gibi bir yol göstericiliği olabilir?
Buna benzer olarak, Ahzâb Suresi'nin 53. ayetinde de şöyle deniyor:
Ey imân edenler! Peygamberin evlerine, yemeğe izin verilmeksizin, vaktine de bakılmaksızın girmeyin. Ancak davet edildiğinizde girin, yemek yediğinizden hemen sonra dağılın. Söz ve sohbette bulunmak için de izinsiz girmeyin. Şüphesiz ki bu gibi davranışlarınız Peygamberi üzüyor, sizden utanıp bir şey de demiyor. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin eşlerinden işe yarar bir şey sormak istediğiniz zaman perde arkasından kendilerinden sorun ; bu ölçüde hareket etmeniz hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri için daha temiz, daha nezihtir. Allah'ın Peygamberini incitmeniz ve kendisinden sonra O'nun eşleriyle evlenmeniz size asla helâl değildir. Böyle bir şey yapmanız Allah yanında çok büyük (bir günah)tır.
Böyle bir ayeti okuduktan sonra, "Kuran Allah'ın insanlığa sunduğu rehberdir" diyebilmek mümkün müdür? Açıkçası ben bu ayeti okuduktan sonra; evine ikide birde misafir gelmesinden pek hoşlanmayan Muhammed'in, misafirleri evinden uzak tutmak için kafasına göre bir ayet uydurduğunu düşünebiliyorum sadece. Hatta kendisi öldükten sonra karılarının başka erkeklerle birlikte olmasını engellemek için birtakım önlemler almaya çalıştığını görebiliyorum! Yoksa bu ayetin, insanlığın genel gidişatıyla ve bugünün dünyasıyla hiçbir ilgisi olmadığı ayan beyan ortadadır. Bu ayet, insanlığın hiçbir dönemine hiçbir şekilde hitap etmemektedir. Yalnızca Muhammed döneminde yaşayan insanlara hitap eden bu ayetin, "tüm zamanlara ve tüm insanlığa" hitap ettiği söylenen Kuran'da yer alması oldukça tuhaftır.
Ayetler üzerinden gidersek, örneğin Fetih Suresi'nin 7. ayetine göre "Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah çok güçlüdür, çok üstündür ve yegâne hikmet sahibidir." Fakat bugün dünyadaki hakim güçlere baktığımızda İslam orduları değil de, "kâfir" devletlerin ordularının hakim olduğunu görüyoruz. Tanrı hem böyle bir ayet indirip, hem de gereğini yapamıyor mu? Yoksa bu ayet, o günün şartlarına binaen Muhammed tarafından uydurulmuş bir ayet miydi? Şuara Suresi'nin 4. ayetine bakalım bir de: "Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğilip kalır" deniyor. Peki ama bu mucizeleri gören, tanık olan var mıdır? Tanrı mucize olarak sadece peygamber indirmekle yetiniyor. Üstelik peygamberlerinin de karşısına bir sürü zorluk çıkartarak (savaşlar, inkarcılar, vs...) kendi dininin yayılmasını geciktiriyor. Böyle bir anlayış olabilir mi?
Hiç kuşku yok ki, ayet bazında incelersek Kuran'da buna benzer birçok mantık dışı, ilahi tasavvura sığmayan ayet bulunabilir. Örneğin A'raf-179'da kalbin "düşünme organı" olarak lanse edilmesi, ilahi bir varlığın değil de olsa olsa bir 7. yüzyıl insanının görüşü olabilir. Veya En'am Suresi'nin 159. ayetinde "Fırka fırka olup dinlerini parçalayanlarla senin hiçbir ilişiğin olamaz. Onların işi Allah'a kalmıştır, yaptıklarını onlara sonra bildirecektir" diyen bir tanrının, İslam'ın da ilerde mezheplere ayrılacağını öngörememesi şaşırtıcıdır! Hadid-22'de "Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitap'da bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır" denir. Peki bunu diyen tanrı, En'am-159'da bahsedilen mezhep ayrılıklarını önleyememesi tuhaf değil midir?
Zuhruf-32'de "Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır" diyerek toplumsal eşitsizliği kendi elleriyle yaratan, keza Şura-49 ve Şura-50'de de insanlar arasındaki eşitsizliği tamamen keyfi biçimde meşrulaştıran anlayışa ne demeli?
Benim ilahi tahayyülüm, niyeyse toplumsal eşitsizlikleri açıkça destekleyen, cinsiyetçi (zira Kuran'daki dil erkek-egemen bir dildir), kadını erkekten aşağı gören, "ol" dediğim şey olur diyip, hiçbir şeyi olduramayan, kullarına sürekli beddua eden (Bkz. Buruc-4, Kıyame-34, Abese-17, Maide-64, vs...), kendini inandırıcı kılabilmek için sürekli "andolsun" diye yemin eden, kullarına sürekli öfkelenen, onlara tuzaklar kuran (bkz. Âli İmrân-54), kullarından öc alan (bkz. Zuhruf-55) bir tanrı fikrini kabul edemiyor!
Her neyse, Kuran'da bu tip surelerin yer almasını tuhaf karşılamamak gerek. Çünkü Erdoğan Aydın'ın aktardığına göre Kuran tahrif edilmiş bir kitaptır. Zaten Muhammed hayattayken yazıya geçirilip derlenmemiş bir kitabın, Muhammed'in ölümünden sonra olduğu gibi yazıya geçirilip hiçbir tahrifata kurban gitmeden derlenebilmesi oldukça güçtür.
Tahrifat dedim de, şunu da belirtmeden edemeyeceğim. Biliyorsunuz ki Kuran, Muhammed'in ölümünden sonra derlenip kitaplaştırıldı. Yani Muhammed'e ayetler inerken ortada herhangi bir kitap yoktu. Buna karşın Kuran'daki birçok ayette bir "kitaptan" bahsedilir. Yani henüz derlenip kitaplaştırılmamış birtakım ayetler, "kitap" olarak sunulur. Örneğin Ra'd-1'e ve Mü'min-3'e bakacak olursak, anlatmaya çalıştığım şeyi somut bir biçimde görebiliriz. Buna benzer birçok ayette, sadece Kuran hafızlarının zihinlerinde yer alan ayetlerden "kitap" diye bahsedildiğini çok rahat görebiliyoruz. Bu da, Kuran'ın sonradan kitaplaştırılırken tahrif edildiğine çok net bir kanıt teşkil ediyor.
Düşünün ki, bir peygamber ortaya çıkıyor ve kendisine ayetler indirildiğini söylüyor. Fakat nedense bu ayetleri kendi zamanında yazıya geçirmiyor. Etrafındaki insanlara ezberletip, bu şekilde korumaya çalışıyor. Sonra kendisi öldükten sonra Ömer diye biri çıkıp, ezberler arasından seçim yapıyor ve Kuran'ın ilk nüshası olan Mushaf-ı Şerif'i oluşturuyor. Fakat bu nüsha üzerinde herkes ittifak etmiyor, fikir ayrılığına düşülüyor. Hatta aynı dönemde bazı Kuran hafızları, bariz farklılıklar içeren farklı Kuran'lar kaleme alıyorlar. Ömer'in 12 yıllık iktidarı boyunca meydana gelen bunca çelişkiden sonra Osman ortaya çıkıyor ve yeni bir Kuran oluşturmaya kalkışıyor. Gerisini aynen kitaptan aktarıyorum:
Osman, eldeki Kur'an nüshalarından Zeyd ibn Sabit'in, Ubeyd b. Kab'ın, Abdullah b. Mes'ut'un, Ebu Musa Abdullah'ın ve Miktad b. Amr'ın nüshalarını güvenilir kabul ederek, bunlar temelinde resmi Kur'an'ı oluşturmak için bir kurul oluşturur. Dikkat edilirse burada birbirinden farklı "Kur'an'lar" olması bir yana, Ömer'in toplayıp kızı ve Peygamber karısı Hafsa'ya emanet ettiği Kur'an, söz konusu Kurul'a temel alınmamıştır. Kurul, toplanan bu nüshaları harmanlayacak, birbirini tutmayan ayetler arasında seçim yapacak ve sonuçta yeni bir resmi Kur'an oluşturacaktır. Asıl önemlisi çelişkili tüm parçalar, geriye tartışma konusu belge kalmasın diye yakılıp yok edilecektir.(*) (sayfa: 111)
* Bu noktada Osman'ın en doğru seçimi yaptığı, dolayısıyla elimizdeki Kur'an'ın kuşku götürmez olduğu iddiası, bilimsel ölçütlerden uzak bir niyet ifadesi olabilir. En azından diğer Kur'anlar ve belgeler imha edildiği için bilimsel anlamda bir değerlendirme yapmak olanaksızdır. Ancak suiistimallerle dolu bir dönemin halifesi olan Osman'ın, bizzat Müslüman halkın ayaklanmasıyla devrilip, Ebu Bekir'in oğlu Muhammed tarafından öldürüldüğü, hatta Müslüman mezarlığına gömülmesinin bile engellendiği anımsanacak olursa, ortada ciddi bir sorun olduğu açıktır. (Osman dönemine ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz., E. Aydın, Öteki Tarih, 5. Bölüm).
Kuran'ın böyle bir oluşum süreci yaşadığı düşünülürse hiç zarar görmeden tasnif edilebilmiş olması en ufak bir ihtimal dahilinde bile olamaz. Her şeyden önce, görüldüğü gibi Kuran hafızları arasından "seçme" yapılıyor. Seçilen hafızların ezberleri dikkate alınıyor.. Peki ya geri kalanlar? Kaldı ki seçilen hafızların, ayetleri doğru hatırladıklarına da asla emin olamayız.
Kuran'daki kurgusal kopuklukların, olay örgüsü olmayışının, çelişkili ifadelerin, matematik hatasının ve daha birçok mantık hatasının sebebi, bu derleniş biçimi olabilir.
Ayrıca, İncil'in İznik Konsülü adlı bir kurul tarafından tartışılıp 4 ana kitap altında derlenmesi ile Kuran'ın derlenmesi arasındaki benzerliğe de dikkatinizi çekerim. Burada İncil savunuculuğu yaptığım zannedilmesin, bilakis ikisinin de ne denli tanrısallıktan uzak olduğunu göstermeye çalışıyorum. Öyle ki tanrı Kuran'da "Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız. (Hicr-9)" demesine karşın, bundan önce indirmiş olduğu İncil'i, Tevrat'ı ve Zebur'u koruyamamıştır. Madem kutsal kitaplar insanüstü bir güç tarafından korunacaklardı; neden korunmadılar?
Kitap, akıllarda birçok cevapsız soru oluşturup insanı dipsiz kuyulara sürükleyebiliyor. O yüzden bu kitabı okumadan önce dindar kimliğinizi bir kenara koyup, tamamen eleştirel gözle konuya odaklanabilmelisiniz. Yoksa -en iyi ihtimalle- birkaç sayfa okuduktan sonra kitabı bir kenara fırlatıp, "Tövbe tövbe" diye söylenmeye başlarsınız!
Ayetleri ve çelişkileri bir kenara bırakıp düşünürsek,
Bugüne dek varlık gösteren tüm ilahi(?) dinlerin, Ortadoğu'ya inmiş olması tuhaf değil midir? Tüm dinlerin aynı coğrafyada ortaya çıkması ve benzer söylencelerden bahsetmesi (örneğin: Nuh Tufanı) dindar kesim tarafından nasıl açıklanıyor?
Kuran'ın ve diğer kutsal kitapların coğrafi anlamda da sadece Ortadoğu civarından bahsediyor olmaları ve 15. yüzyılda keşfedilen Amerika kıtasından veya 18. yüzyılda keşfedilen Avusturalya kıtasından bihaber olmaları tuhaf değil midir? Buralarda yaşayan insanların, imandan yoksul bırakılmaları ve Kuran'da hiç anılmamalarının sebebi nedir?
Her şeye gücü yeten ve her zaman Müslümanların yanında olacağını söyleyen tanrının, bugünkü İslam dünyasının durumundan haberi yok mudur? Tüm İslam ülkeleri sefalet, sömürgecilerin baskısı, yoğun savaş ve tehditler altında yaşadıklarını gördüğü halde, niçin onlara yardım eli uzatmaz? Diğer dinlere mensup insanları "kahredeceğini" söyleyen tanrı, neden herhangi bir müdahalede bulunmaz?
Muhammed döneminin, yani 7. yüzyıl Arap coğrafyasının sürekli değişen iktisadi ve siyasi gereksinimleri ışığında oluşturulduğu anlaşılan Kuran'ın, Muhammed'in özel hayatını dahi yansıtması ne derece kabul edilebilir bir şeydir? Buna karşın daha barışçıl, daha insanca bir hayat önermek yerine şiddeti önermesi, eşitsizliği önermesi, köleciliği meşrulaştırması, kadını küçümseyip pasifize etmesi ne derece doğrudur? Tanrı bu dünyayı güzelleştirmek mi istiyor, yoksa bu dünyadaki halkları birbirine düşürüp mahvetmek mi istiyor?
Koskoca tanrının matematik hatası içeren bir ayet indirmesi normal midir? (Bkz. Nisa-11)
Bu sorular elbette çoğaltılabilir. Din alimlerinin bu sorulara cevaben yazdıkları birçok eser de bulunabilir. Fakat bugüne dek okuduğum hiçbir yanıt, beni tatmin edemedi. Örneğin Kuran'daki matematik hatasına çözüm olarak önerilen Avl (Avliye) denilen bir yöntem ortaya atılıyor. Fakat bu çözüm, tanrı kelamı olduğu söylenilen Kuran'ın, insan zekasıyla düzeltilmesi çabasından başka bir şey değil! Üstelik önerilen çözüm yöntemi, matematiksel oranları değiştirip ayeti iyice bozuyor.
Din, çok çetrefilli bir konudur. İnsan din üzerine okuma yaptıkça, dinden soğuyor! O yüzden bu kitabı okumadan evvel iyice düşünmenizi öneririm. İman dolu hayatınızla mutluysanız, hiç okumayın daha iyi.
Tıpkı Dr. Ali Şeriati'nin dediği gibi, bu kitap da adeta "Sizi rahatsız etmeye geldim" diyor.
Bu kitap, 4 ciltlik "İslamiyet Gerçeği" adlı serinin ilk kitabı. Diğer üç kitabı da en kısa zamanda okuyup burdan sizlere aktarmayı planlıyorum. Kitabın "Kırmızı Yayınları"ndan çıkıyor oluşu da okur için önemli bir güvence olmalıdır. Zira Kırmızı Yayınları, kaliteli yayın çizgisiyle ve yayımladığı sosyolojik içerikli kitaplarla tanınan bir yayınevidir.
Yine kitaptan alıntılayacağım son bir cümleyle yazımı sonlandırıyorum:
Şu gerçeğe dikkat çekmekte yarar var: Dinler özgür düşünceyi, farklı olma hakkını, özellikle de kendilerine yönelik çözümleme ve eleştiriyi hep bastırarak bugünlere gelmiştir. (sayfa: 33)
Bizler eleştirmekten, sorgulamaktan, üzerine üzerine gitmekten korkmayalım! Din şayet bizim hayatımıza hükmeden en önemli toplumsal kurum ise, biz o kurumu tamamen hazmetmeden taklidi bir imanla günlerimizi geçirmeyelim! Öncelikle Kuran'ı, sonra da Kuran üzerine yazılmış eleştiri kitaplarını okuyalım. Ancak bu şekilde Kuran'ı en iyi şekilde anlayabilir ve özümseyebiliriz. Daha sonra yazılan şeylere inanmak veya inanmamak, kişinin kendi tasarrufudur tabii.
Herkese iyi okumalar!
http://okunmuskitaplar.blogspot.com/2009/07/kuran-ve-din-islamiyet-gercegi-i.html
Dinsel evrim, yani ilahi dinler de dahil olmak üzere tüm inançların zamanla geçirdiği morfolojik değişim, kitabın temel dayanak noktalarından birisini oluşturuyor. Tüm inanç biçimleri, insanlık tarihinin belli bir olgunluk düzeyine ulaşmasıyla ortaya çıkıyor. Yani insan bilincinin, zamanla pek çok şeyi algılayabilecek ve ona neden arayabilecek duruma gelmesi, insanları bir arayışa sürüklüyor. Bu arayış sonrasında, örneğin "Neden gök gürlüyor?", "Neden fırtınalar kopuyor?", "Neden yağmur yağıyor, neden deprem oluyor?" gibi sorular insanların kafasını kurcalamaya başlıyor. O zamanın ilkel insanları bu sorulara cevap üretebilecek kadar gelişkin olmadıkları için, tüm bu doğa olaylarını "doğaüstü bir gücün" ürettiğini zannediyorlar. Bunun neticesinde tanrı fikri doğuyor.
Tanrısız geçirilen yüz binlerce yıldan sonra, büyücülük, totemcilik ve ruhçuluk, çoktanrıcılık şeklinde, basitten karmaşığa doğru gelişen bir süreci takiben, tek tanrıya varılabildiği gerçeği ile karşı karşıyayız.
Peki tanrı ortaya çıkıp ilahi dinleri takdim etmek için neden yüz binlerce yıl bekledi? Öyle ki, ilahi dinlerin varlık gösterdiği üç bin yıllık dönemin bin yıldan fazlasında tek tanrıcılık çok küçük bir topluluğa hitap etmiştir. Yahudilik bilindiği üzere pek yaygınlaşmamış, dar bir kapsamda kendini muhafaza etme yolunu seçmiştir. Yahudiliğe muhalif bir anlayış olarak yine İbrani kavmi içerisinde doğan Hıristiyanlık ise, ortaya çıkışından yaklaşık 325 yıl sonra Roma İmparatorluğu tarafından resmi din kabul edilene kadar yer altında (underground) varlık göstermek durumunda kalmıştır.
Görüldüğü gibi tektanrılı dinlerin dünyadaki etkinliğinin tarihi 1600 yıldan ibarettir. Bundan önce tek tanrının, yarattığı varsayılan insanlık üzerinde yaygın bir etkisi bulunmamakta, insanlığın yaygın bilinci onu tanımamaktadır. (sayfa: 39)
Hal böyle olunca, tek tanrılı dinlerin niçin tarihin belli bir evresinde ortaya çıkmış olabileceğini düşündüm. Daha önceleri birbirinden kopuk ufak topluluklar halinde yaşayan insanların, tarihsel süreç içerisinde devletleşmeleri, büyük alanlarda bir arada yaşamaya başlamaları gibi nedenler, onları yerel inançlardan genel inançlara sürüklemiş olabilir. Yani büyücülük, totem, çoktanrıcılık... gibi inançlar, büyük devletlerin halkı bir arada tutabilmelerine engel teşkil ediyor olabilir. Bu da çok normaldir, zira Ahmet'in inandığı puta Mehmet inanmıyorsa ve başka bir putu kendisine tanrı olarak seçiyorsa, orada birlikten (tevhid) bahsetmek çok güç olacaktır. "Birlik" duygusu olamayan bir halkın, devlet açısından ne büyük sorunlar teşkil ettiğini de hepimiz gayet iyi biliriz. Din, hiç kuşku yok ki, büyük halk kitlelerini bir arada tutabilen ve ortak bir amaç uğruna sorgusuz sualsiz koşullandırabilen en önemli toplumsal kurumdur. Dinin bu özelliği, onun geçirdiği biçimsel değişiklikleri biraz olsun açıklıyor sanki... İnsanları çoktanrıcılıktan tektanrıcılığa sürükleyen rüzgar, sanırım güç ve iktidar ilişkilerinden doğuyordu!
Neyse, sonuç olarak insanlık belli bir gelişkinlik seviyesine ulaştığı anda tek tanrılı dinlerin varlığını kabul etti. Bu kabulün gerçekleşmesinde, hem fikriyatta hem de maddiyatta (maddiyattan kasıt, iktisadi ve siyasi şartların değişimidir) meydana gelen gelişimler etkili oldu.
Her şeyden önce şunu sormamız gerekir: Din, neye hizmet ediyor? Sınıflı toplum düzeninin korunmasına mı? Toplumu koşulsuz itaate sürüklemeye mi? Toplumdaki servet eşitsizliğini meşru göstermeye mi? "Kader", "şükür", "tevekkül" gibi kavramlarıyla toplumu edilgen kılmaya mı? İnsanların ruhsal tatminine mi? Kitap bu sorunları Kuran temelinde ele alıyor. O halde ben de kitapla aynı seyirde devam edeceğim.
Kuran'ın tanrısı, nedendir bilinmez, köleci toplum düzenini yok etmek adına hiçbir çaba sarf etmez. Aksine köleciliği teşvik eden ayetler indirir. İndirdiği birçok ayette "köle" lafını kullanmasına karşın, bir tanesinde bile "kölelerinizi serbest bırakın, kölecilikten vazgeçin" gibi laflar etmez. Tarih bilimi, çok net bir şekilde 7. yüzyıl Arap coğrafyasında köleciliğin oldukça etkili olduğunu söylüyor. Kuran'da da köleciliği meşrulaştıran bir anlayış olduğunu görünce, dünyayı daha müreffeh bir yer haline getirmeye çalışan(?) Allah'ın, aslında bunun için en ufak bir çaba harcamadığı sonucuna varıyoruz. Ayrıca indirilen ayetlerin var olan toplumsal düzeni değiştirmek yerine, bu düzeni körüklemesi de ayrı bir tuhaflık. Üstüne üstlük toplumdaki servet eşitsizliklerini "sadaka" ve "zekat" gibi şeylerle meşrulaştırmaya çalışması da ayrı bir ilginçlik! Bu eşitsizliği kökünden yok etmek varken, yoksullara "sus payı" vererek sınıflı toplumu normalleştiriyor olması gerçekten garip.
Hıristiyanlıktan sonra tüm insanlığa hitap ettiği iddiasıyla indirilen Kuran'ın, aslında egemen sınıflara ve yalnızca Arap toplumuna hitap ettiğini görebilmek için müneccim olmak gerekmiyor. Açıkçası eleştirel bir gözle bakabilen her Kuran okurunun görebileceği birtakım çarpıklıklar ve mantıksızlıklar, bu gerçeği gözler önüne sermeye yetiyor. Örneğin Tebbet Suresi'nin tamamının Ebu Leheb adındaki Mekke egemenlerinden birine hitap ediyor olması tuhaf değil midir? Yani tüm zamanlara ve tüm insanlığa indirildiği söylenen bir kitapta, Ebu Leheb denen bir Arap'ın sure bazında 1/114 oranında yer kaplaması tuhaf değil midir? Üşenmedim, bu surenin tefsirine de baktım ancak yine doyurucu bir açıklamayla karşılaşmadım. Yani bugünün insanı için, "Ebu Leheb'in ellerinin kuruduğu" bilgisi ne ifade edebilir? Kuran gibi "yol gösterici, rehber" olduğu iddia edilen bir kitapta, bu tarz bir bilginin ne gibi bir yol göstericiliği olabilir?
Buna benzer olarak, Ahzâb Suresi'nin 53. ayetinde de şöyle deniyor:
Ey imân edenler! Peygamberin evlerine, yemeğe izin verilmeksizin, vaktine de bakılmaksızın girmeyin. Ancak davet edildiğinizde girin, yemek yediğinizden hemen sonra dağılın. Söz ve sohbette bulunmak için de izinsiz girmeyin. Şüphesiz ki bu gibi davranışlarınız Peygamberi üzüyor, sizden utanıp bir şey de demiyor. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin eşlerinden işe yarar bir şey sormak istediğiniz zaman perde arkasından kendilerinden sorun ; bu ölçüde hareket etmeniz hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri için daha temiz, daha nezihtir. Allah'ın Peygamberini incitmeniz ve kendisinden sonra O'nun eşleriyle evlenmeniz size asla helâl değildir. Böyle bir şey yapmanız Allah yanında çok büyük (bir günah)tır.
Böyle bir ayeti okuduktan sonra, "Kuran Allah'ın insanlığa sunduğu rehberdir" diyebilmek mümkün müdür? Açıkçası ben bu ayeti okuduktan sonra; evine ikide birde misafir gelmesinden pek hoşlanmayan Muhammed'in, misafirleri evinden uzak tutmak için kafasına göre bir ayet uydurduğunu düşünebiliyorum sadece. Hatta kendisi öldükten sonra karılarının başka erkeklerle birlikte olmasını engellemek için birtakım önlemler almaya çalıştığını görebiliyorum! Yoksa bu ayetin, insanlığın genel gidişatıyla ve bugünün dünyasıyla hiçbir ilgisi olmadığı ayan beyan ortadadır. Bu ayet, insanlığın hiçbir dönemine hiçbir şekilde hitap etmemektedir. Yalnızca Muhammed döneminde yaşayan insanlara hitap eden bu ayetin, "tüm zamanlara ve tüm insanlığa" hitap ettiği söylenen Kuran'da yer alması oldukça tuhaftır.
Ayetler üzerinden gidersek, örneğin Fetih Suresi'nin 7. ayetine göre "Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah çok güçlüdür, çok üstündür ve yegâne hikmet sahibidir." Fakat bugün dünyadaki hakim güçlere baktığımızda İslam orduları değil de, "kâfir" devletlerin ordularının hakim olduğunu görüyoruz. Tanrı hem böyle bir ayet indirip, hem de gereğini yapamıyor mu? Yoksa bu ayet, o günün şartlarına binaen Muhammed tarafından uydurulmuş bir ayet miydi? Şuara Suresi'nin 4. ayetine bakalım bir de: "Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğilip kalır" deniyor. Peki ama bu mucizeleri gören, tanık olan var mıdır? Tanrı mucize olarak sadece peygamber indirmekle yetiniyor. Üstelik peygamberlerinin de karşısına bir sürü zorluk çıkartarak (savaşlar, inkarcılar, vs...) kendi dininin yayılmasını geciktiriyor. Böyle bir anlayış olabilir mi?
Hiç kuşku yok ki, ayet bazında incelersek Kuran'da buna benzer birçok mantık dışı, ilahi tasavvura sığmayan ayet bulunabilir. Örneğin A'raf-179'da kalbin "düşünme organı" olarak lanse edilmesi, ilahi bir varlığın değil de olsa olsa bir 7. yüzyıl insanının görüşü olabilir. Veya En'am Suresi'nin 159. ayetinde "Fırka fırka olup dinlerini parçalayanlarla senin hiçbir ilişiğin olamaz. Onların işi Allah'a kalmıştır, yaptıklarını onlara sonra bildirecektir" diyen bir tanrının, İslam'ın da ilerde mezheplere ayrılacağını öngörememesi şaşırtıcıdır! Hadid-22'de "Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitap'da bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır" denir. Peki bunu diyen tanrı, En'am-159'da bahsedilen mezhep ayrılıklarını önleyememesi tuhaf değil midir?
Zuhruf-32'de "Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır" diyerek toplumsal eşitsizliği kendi elleriyle yaratan, keza Şura-49 ve Şura-50'de de insanlar arasındaki eşitsizliği tamamen keyfi biçimde meşrulaştıran anlayışa ne demeli?
Benim ilahi tahayyülüm, niyeyse toplumsal eşitsizlikleri açıkça destekleyen, cinsiyetçi (zira Kuran'daki dil erkek-egemen bir dildir), kadını erkekten aşağı gören, "ol" dediğim şey olur diyip, hiçbir şeyi olduramayan, kullarına sürekli beddua eden (Bkz. Buruc-4, Kıyame-34, Abese-17, Maide-64, vs...), kendini inandırıcı kılabilmek için sürekli "andolsun" diye yemin eden, kullarına sürekli öfkelenen, onlara tuzaklar kuran (bkz. Âli İmrân-54), kullarından öc alan (bkz. Zuhruf-55) bir tanrı fikrini kabul edemiyor!
Her neyse, Kuran'da bu tip surelerin yer almasını tuhaf karşılamamak gerek. Çünkü Erdoğan Aydın'ın aktardığına göre Kuran tahrif edilmiş bir kitaptır. Zaten Muhammed hayattayken yazıya geçirilip derlenmemiş bir kitabın, Muhammed'in ölümünden sonra olduğu gibi yazıya geçirilip hiçbir tahrifata kurban gitmeden derlenebilmesi oldukça güçtür.
Tahrifat dedim de, şunu da belirtmeden edemeyeceğim. Biliyorsunuz ki Kuran, Muhammed'in ölümünden sonra derlenip kitaplaştırıldı. Yani Muhammed'e ayetler inerken ortada herhangi bir kitap yoktu. Buna karşın Kuran'daki birçok ayette bir "kitaptan" bahsedilir. Yani henüz derlenip kitaplaştırılmamış birtakım ayetler, "kitap" olarak sunulur. Örneğin Ra'd-1'e ve Mü'min-3'e bakacak olursak, anlatmaya çalıştığım şeyi somut bir biçimde görebiliriz. Buna benzer birçok ayette, sadece Kuran hafızlarının zihinlerinde yer alan ayetlerden "kitap" diye bahsedildiğini çok rahat görebiliyoruz. Bu da, Kuran'ın sonradan kitaplaştırılırken tahrif edildiğine çok net bir kanıt teşkil ediyor.
Düşünün ki, bir peygamber ortaya çıkıyor ve kendisine ayetler indirildiğini söylüyor. Fakat nedense bu ayetleri kendi zamanında yazıya geçirmiyor. Etrafındaki insanlara ezberletip, bu şekilde korumaya çalışıyor. Sonra kendisi öldükten sonra Ömer diye biri çıkıp, ezberler arasından seçim yapıyor ve Kuran'ın ilk nüshası olan Mushaf-ı Şerif'i oluşturuyor. Fakat bu nüsha üzerinde herkes ittifak etmiyor, fikir ayrılığına düşülüyor. Hatta aynı dönemde bazı Kuran hafızları, bariz farklılıklar içeren farklı Kuran'lar kaleme alıyorlar. Ömer'in 12 yıllık iktidarı boyunca meydana gelen bunca çelişkiden sonra Osman ortaya çıkıyor ve yeni bir Kuran oluşturmaya kalkışıyor. Gerisini aynen kitaptan aktarıyorum:
Osman, eldeki Kur'an nüshalarından Zeyd ibn Sabit'in, Ubeyd b. Kab'ın, Abdullah b. Mes'ut'un, Ebu Musa Abdullah'ın ve Miktad b. Amr'ın nüshalarını güvenilir kabul ederek, bunlar temelinde resmi Kur'an'ı oluşturmak için bir kurul oluşturur. Dikkat edilirse burada birbirinden farklı "Kur'an'lar" olması bir yana, Ömer'in toplayıp kızı ve Peygamber karısı Hafsa'ya emanet ettiği Kur'an, söz konusu Kurul'a temel alınmamıştır. Kurul, toplanan bu nüshaları harmanlayacak, birbirini tutmayan ayetler arasında seçim yapacak ve sonuçta yeni bir resmi Kur'an oluşturacaktır. Asıl önemlisi çelişkili tüm parçalar, geriye tartışma konusu belge kalmasın diye yakılıp yok edilecektir.(*) (sayfa: 111)
* Bu noktada Osman'ın en doğru seçimi yaptığı, dolayısıyla elimizdeki Kur'an'ın kuşku götürmez olduğu iddiası, bilimsel ölçütlerden uzak bir niyet ifadesi olabilir. En azından diğer Kur'anlar ve belgeler imha edildiği için bilimsel anlamda bir değerlendirme yapmak olanaksızdır. Ancak suiistimallerle dolu bir dönemin halifesi olan Osman'ın, bizzat Müslüman halkın ayaklanmasıyla devrilip, Ebu Bekir'in oğlu Muhammed tarafından öldürüldüğü, hatta Müslüman mezarlığına gömülmesinin bile engellendiği anımsanacak olursa, ortada ciddi bir sorun olduğu açıktır. (Osman dönemine ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz., E. Aydın, Öteki Tarih, 5. Bölüm).
Kuran'ın böyle bir oluşum süreci yaşadığı düşünülürse hiç zarar görmeden tasnif edilebilmiş olması en ufak bir ihtimal dahilinde bile olamaz. Her şeyden önce, görüldüğü gibi Kuran hafızları arasından "seçme" yapılıyor. Seçilen hafızların ezberleri dikkate alınıyor.. Peki ya geri kalanlar? Kaldı ki seçilen hafızların, ayetleri doğru hatırladıklarına da asla emin olamayız.
Kuran'daki kurgusal kopuklukların, olay örgüsü olmayışının, çelişkili ifadelerin, matematik hatasının ve daha birçok mantık hatasının sebebi, bu derleniş biçimi olabilir.
Ayrıca, İncil'in İznik Konsülü adlı bir kurul tarafından tartışılıp 4 ana kitap altında derlenmesi ile Kuran'ın derlenmesi arasındaki benzerliğe de dikkatinizi çekerim. Burada İncil savunuculuğu yaptığım zannedilmesin, bilakis ikisinin de ne denli tanrısallıktan uzak olduğunu göstermeye çalışıyorum. Öyle ki tanrı Kuran'da "Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız. (Hicr-9)" demesine karşın, bundan önce indirmiş olduğu İncil'i, Tevrat'ı ve Zebur'u koruyamamıştır. Madem kutsal kitaplar insanüstü bir güç tarafından korunacaklardı; neden korunmadılar?
Kitap, akıllarda birçok cevapsız soru oluşturup insanı dipsiz kuyulara sürükleyebiliyor. O yüzden bu kitabı okumadan önce dindar kimliğinizi bir kenara koyup, tamamen eleştirel gözle konuya odaklanabilmelisiniz. Yoksa -en iyi ihtimalle- birkaç sayfa okuduktan sonra kitabı bir kenara fırlatıp, "Tövbe tövbe" diye söylenmeye başlarsınız!
Ayetleri ve çelişkileri bir kenara bırakıp düşünürsek,
Bugüne dek varlık gösteren tüm ilahi(?) dinlerin, Ortadoğu'ya inmiş olması tuhaf değil midir? Tüm dinlerin aynı coğrafyada ortaya çıkması ve benzer söylencelerden bahsetmesi (örneğin: Nuh Tufanı) dindar kesim tarafından nasıl açıklanıyor?
Kuran'ın ve diğer kutsal kitapların coğrafi anlamda da sadece Ortadoğu civarından bahsediyor olmaları ve 15. yüzyılda keşfedilen Amerika kıtasından veya 18. yüzyılda keşfedilen Avusturalya kıtasından bihaber olmaları tuhaf değil midir? Buralarda yaşayan insanların, imandan yoksul bırakılmaları ve Kuran'da hiç anılmamalarının sebebi nedir?
Her şeye gücü yeten ve her zaman Müslümanların yanında olacağını söyleyen tanrının, bugünkü İslam dünyasının durumundan haberi yok mudur? Tüm İslam ülkeleri sefalet, sömürgecilerin baskısı, yoğun savaş ve tehditler altında yaşadıklarını gördüğü halde, niçin onlara yardım eli uzatmaz? Diğer dinlere mensup insanları "kahredeceğini" söyleyen tanrı, neden herhangi bir müdahalede bulunmaz?
Muhammed döneminin, yani 7. yüzyıl Arap coğrafyasının sürekli değişen iktisadi ve siyasi gereksinimleri ışığında oluşturulduğu anlaşılan Kuran'ın, Muhammed'in özel hayatını dahi yansıtması ne derece kabul edilebilir bir şeydir? Buna karşın daha barışçıl, daha insanca bir hayat önermek yerine şiddeti önermesi, eşitsizliği önermesi, köleciliği meşrulaştırması, kadını küçümseyip pasifize etmesi ne derece doğrudur? Tanrı bu dünyayı güzelleştirmek mi istiyor, yoksa bu dünyadaki halkları birbirine düşürüp mahvetmek mi istiyor?
Koskoca tanrının matematik hatası içeren bir ayet indirmesi normal midir? (Bkz. Nisa-11)
Bu sorular elbette çoğaltılabilir. Din alimlerinin bu sorulara cevaben yazdıkları birçok eser de bulunabilir. Fakat bugüne dek okuduğum hiçbir yanıt, beni tatmin edemedi. Örneğin Kuran'daki matematik hatasına çözüm olarak önerilen Avl (Avliye) denilen bir yöntem ortaya atılıyor. Fakat bu çözüm, tanrı kelamı olduğu söylenilen Kuran'ın, insan zekasıyla düzeltilmesi çabasından başka bir şey değil! Üstelik önerilen çözüm yöntemi, matematiksel oranları değiştirip ayeti iyice bozuyor.
Din, çok çetrefilli bir konudur. İnsan din üzerine okuma yaptıkça, dinden soğuyor! O yüzden bu kitabı okumadan evvel iyice düşünmenizi öneririm. İman dolu hayatınızla mutluysanız, hiç okumayın daha iyi.
Tıpkı Dr. Ali Şeriati'nin dediği gibi, bu kitap da adeta "Sizi rahatsız etmeye geldim" diyor.
Bu kitap, 4 ciltlik "İslamiyet Gerçeği" adlı serinin ilk kitabı. Diğer üç kitabı da en kısa zamanda okuyup burdan sizlere aktarmayı planlıyorum. Kitabın "Kırmızı Yayınları"ndan çıkıyor oluşu da okur için önemli bir güvence olmalıdır. Zira Kırmızı Yayınları, kaliteli yayın çizgisiyle ve yayımladığı sosyolojik içerikli kitaplarla tanınan bir yayınevidir.
Yine kitaptan alıntılayacağım son bir cümleyle yazımı sonlandırıyorum:
Şu gerçeğe dikkat çekmekte yarar var: Dinler özgür düşünceyi, farklı olma hakkını, özellikle de kendilerine yönelik çözümleme ve eleştiriyi hep bastırarak bugünlere gelmiştir. (sayfa: 33)
Bizler eleştirmekten, sorgulamaktan, üzerine üzerine gitmekten korkmayalım! Din şayet bizim hayatımıza hükmeden en önemli toplumsal kurum ise, biz o kurumu tamamen hazmetmeden taklidi bir imanla günlerimizi geçirmeyelim! Öncelikle Kuran'ı, sonra da Kuran üzerine yazılmış eleştiri kitaplarını okuyalım. Ancak bu şekilde Kuran'ı en iyi şekilde anlayabilir ve özümseyebiliriz. Daha sonra yazılan şeylere inanmak veya inanmamak, kişinin kendi tasarrufudur tabii.
Herkese iyi okumalar!
http://okunmuskitaplar.blogspot.com/2009/07/kuran-ve-din-islamiyet-gercegi-i.html
9 Ekim 2009 Cuma
SÜMER DİNİ EFSANELERİ
İSLAMIN KÖKENİ SÜMER DİNİ EFSANELERİDİR.
Bu geniş konuyu kısa süreye sığdırmak olanaksız. Elden geldiğince özetleyerek genel bir bilgi vermeye çalışacağım.
Kimdi bu Sümerliler? Ne yapmışlar? Kendilerinden yüzlerce sene sonra gelenleri nasıl etkilemişlerdir?
Sümerliler bundan hemen hemen 6000 yıl önce Mezopotamya’ya gelip yerleşmişler ve orada izleri zamanımıza kadar ulaşan büyük bir uygarlık geliştirmişlerdir. Bu uygarlığın en önemli buluşu tekerlek ve dillerine göre bir yazıdır.
Yazı ilk olarak resim şeklinde taşlar üzerine yazılmış. Daha sonra Dicle ve Fırat nehirlerinin getirdiği bol kil üzerine yazılmaya başlanmış. Bu yüzden yazı şekil değiştirerek işaretleri oluşturan çizgiler çiviye benzemiş, (Bunun için şimdi “ çiviyazısı ” deniyor) kelimeler de kısmen hece olmuş. Böylece hem kendileri istediklerini yazabilmişler, hem de Ortadoğu milletleri olan Babilliler, Asurlular, Hurriler, Hititler, Urartuların da kendi dillerini yazmalarını sağlamışlardır. Ugarit ve Persler de bu yazıdan harf yazısı yaparak yararlanmışlardır.
Geçen yüzyıldan beri gerek Mezopotamya’da gerek Anadolu ve Suriye’de yapılan kazılarda on binlerce çiviyazılı tablet bulunmuş, yazılar okunmuş, diller çözülmüş ve tamamıyla unutulmuş, en az üçbin yıllık Ortadoğu milletlerinin tarihleri, dinleri, efsaneleri, günlük yaşantıları ortaya çıkmıştır. (1)
Bu yazılı belgelerin en önemlileri Sümer Edebiyatı ve dinine ait olanlardır.
Sümer Dini çok Tanrılı bir dindi. Fakat inanç ve dini işlemlerde tek Tanrılı dinlere büyük etkileri olduğu anlaşılıyor.
Tanrı’nın yaratıcı ve yok edici gücü, Tanrı korkusu, insanların Tanrı tarafından yargılanması, Tanrılara yaranmak için kurbanlar verilmesi, törenler, dualar, tütsüler, ilahiler, çalgılarla Tanrı’yı sevindirmek, iyi ahlaklı, saygılı olmak ve temizlik, Sümer inanışlarının temeli idi. Bunlar tek Tanrılı dinlere geçmiş.
Sümerlilere göre Tanrılar şehirleri ve bütün kültür varlıklarını meydana getirip insanlara vermişlerdir.
Aynı düşünceyi Kuran’da da buluyoruz. Allah’ın insanlara elbiseler yaptığı (Araf: 26), dağlara barınaklar, sıcaktan koruyacak elbiseler, savaştan koruyacak zırhlar (Nahl: 81) ve gemileri (Yasin: 82) yaptığı yazılıyor.
Sümer’de Tanrılar “ol” deyince o şey olur. Yasin: 82’de “Allah’ın yaratmak istediğine ‘ol’ demesi yeterlidir.” denmektedir.
Sümer’de Tanrılar istediklerini yok ederler. Ordular Tanrılarındır. Aynı düşünceyi Kuran’da da (Enfal: 17) savaşta insanların değil, Allah’ın öldürdüğü, atılan öldürücü silahların Allah tarafından atıldığı yazılı.
Sümer Tanrıları kızarsa kendi ülkelerini bile yakıp yıkarlar. Tevrat’da, Yahve’ (Yehova) nın insanlara kızarak onlara yok edici felaketler verdiği, komşu devletleri İsrail’in üzerine saldırttığı bildirilmektedir.
Kuran’daki birçok sure içinde Allah’ın çeşitli milletleri nasıl yok ettiği sayılmaktadır. Bunların bazıları kasırga, bazıları dondurucu soğuk ile ortadan kalkmış (Ankebut: 38, Furkan: 38, Hace: 44, Akkaf: 27, Muhammet: 13, Fussilet: 13.. bunlardan birkaçı).
Sümer Tanrılarının gök yüzünde Duku denilen toplandıkları yerleri, kürsüleri vardı. İsraillilere göre de Tanrı’nın gökte sarayı ve etrafında bir çok yarattıkları var. Kuran da 26 ayette Allah’ın Arş’da, etrafında melekler, cinlerden oluşan bir toplulukta oturduğu yazılı. Arş’da saray demek.
Sümer’de Krallar yeryüzünde Tanrıların vekili sayılıyor. İslam’da da halife Allah’ın gölgesi, vekili idi. Papa da öyle. İslam’a giren kadınların başlarını örtmeleri Sümer mabed fahişelerinin simgesiydi.
Sümerliler dünyadaki olayların ve Tanrı isteklerinin yıldızlarda yazılı olduğuna inanırlardı. Burue: 17-18, Nemi: 75 ayetlerinde Kuran’ın ve diğer olayların gökte Levh-i Mahfuz’da yazılı olduğu bildiriliyor.
Sümer’de sosyal adaleti koruyan Tanrıça senede bir kez insanları, o yıl içindeki davranışlarını göre yargılar. Bu inanış İslam’a Şaban ayının on beşindeki Beraat Kandili olarak girmiş.
Sümerliler dini törenlerini ayın görünüşüne göre yaparlardı. Tek Tanrılı dinlerde de öyle.
Sümer’de her şahsın ve ailesinin kendilerine özgü bir Tanrısı vardı. Onun görevi onları korumak isteklerini büyük Tanrılara iletmekti. Kuran’da (Kaf: 17-18) “ hiç kimse yoktur ki, onun üzerinde bir koruyucusu ve denetleyicisi bulunmasın ” denmektedir.
Tevrat ve Kuran’da bulunan evrenin, insanın yaradılışı, Havva’nın Adem’in kaburgasından var edilişi, Habil Kain cinayeti, Cennet’ten Kovulma, Tufan, Babil Kulesi, Tek Dil, Eyüp Peygamber, konuları hep Sümerlilerden gelmektedir.
Bunlardan başka Kuran’daki Harut Marut Melekleri ile ilgili konu,
Tevrat’taki Süleyman’ın “ Şarkılar Şarkısı “ bölümü (2),
İbrahim Peygamber’in karısı Sara’yı Firavun’a sunma hikayesinin de Sümerlilerin bereket kültünü oluşturan Kutsal Evlenme Törenleri’nden kaynaklandığı son yıllarda anlaşıldı. (3)
Kuran’da her konu ayrı ayrı çok yüzeysel çeşitli surelerdeki ayetlere dağılmış ve birbirlerine bağlantısız olarak yazılmış.
Yaratılış: Her üç dinde de evren büyük bir su, Ondan bir dağ çıkıyor, ikiye ayrılıyor. Üstü gök, altı yer oluyor. İnsan çamurdan Tanrı görüntüsünden yaratılıyor. İlk yaratıldığına inanılan “ Adam “ ın anlamı da “ Kırmızı Toprak.” Havva’nın Adem’in kaburgasından yaratılması ve Cennet’ten kovulmaları da bir Sümer efsanesinden geliyor:
Kuran’da Aden Bahçeleri olarak tanımlanan Sümer’in Tanrılar Bahçesi Dilmun’da, Yer Tanrıçası 8 bitki yetiştiriyor. Bunların koparılması yasak. Fakat Bilgelik Tanrısı dayanamayıp tatlarına bakıyor. Buna çok kızan Tanrıça, Tanrı’yı lanetleyerek yok oluyor. Bunun üzerine Bilgelik Tanrısı ölüm derecesinde hastalanıyor. Büyük zorluklardan sonra Tanrıça bulunarak Bilgelik Tanrısı’nı iyi etmesi için ikna ediliyor.Tanrıça hasta olan 8 bitkiye karşı 8 organı için 8 Tanrı ve Tanrıça yaratıyor.
Son olarak Tanrı’nın kaburgasını iyi edecek bir Tanrıça’dır. Adı da “ Kaburganın Hanımı ‘ anlamına gelen “ Ninti “ dir. Burada Nin - Hanım, Ti ise Kaburga demektir, 'Ti ’ nin bir anlamı da “ Yaşam “ dır. Eğer isme buna göre anlam verirsek “ Yaşamın Hanımı “ olur.
Bu efsane Tevrat’a geçerken Tanrıça kaburgadan yaratılan kadın olmuş, Kaburganın Hanımı anlamına gelen ad yerine de Yaşamın Hanımı anlamına gelen Havva adı konmuştur. Burada Tanrıların Bahçesi, yani Cennet, yasak meyve, meyveyi yiyen erkek Tanrı, kaburga ile ilgili kadın (Tanrıça) ve Tanrı’nın yasak meyve yiyip lanetlenmesi Tevrat hikayesine tamamıyla uymaktadır.
Kuran’da ne Havva’nın adı, ne de kaburgadan yaratıldığı yazılı. Cennetten Tevrat’taki gibi yılan değil, şeytan çıkartıyor onları. Yasak ağacın adı “ Sonsuzluk Ağacı.”
Adem’in çocukları Habil Kain (İslam’da Kabil) Hikayesi: Tevrat’a göre Habil koyun çobanı, Kain çiftçi. İkisi üzümlerinden Tanrı’ya sunuyor. Tanrı Habil’in getirdiğini beğendiği için kardeşi Kain onu öldürüyor. Konu Kuran’da Maide 27-31’de, ne çocuklarının adları, ne getirdikleri yazılıyor. Hadislerde de bol bol ve çeşitli şekillerde anlatılmış.
Sümer’de hikaye şöyle: Çoban Tanrısı ile Çiftçi Tanrısı, Aşk Tanrıçası ile evlenmek isterler. Tanrıça, Çoban Tanrısı’nı ve onun getirdiği ürünleri yeğler. Çiftçi de aradan çıkar. Buna paralel bir başkasında “ Yaz “ kendi ürünü olan tahılı, “ Kış “ da hayvanlarından Tanrı Enlil’e sunarlar. Tanrı “ Kış “ ın ürünü hayvanı kabul eder. Ya da buna razı olur. Tevrat’ta neden onlara cinayet yaptırılmış? Hele böyle bir din kitabında!
Tufan: Tevrat - Tekvin Bab - 8:9 ‘ da Tufan olayı kısaca şöyle anlatılmış:
İnsanlar bozulmuş olduğundan Rab hepsini yok etmeye karar veriyor. Yalnız Rab’a iman eden Nuh’a Tufan yapacağını, tarif ettiği gibi bir gemi yapmasını, içine neler alacağını bildiriyor. Nuh söyleneni yapıyor. Tufan başlıyor, 40 gün sürüyor. Sular 150 günde çekiliyor. Gemi Ararat dağına oturuyor. Sular tamamiyle çekildikten sonra Nuh gemiden çıkarak Rab’a kurbanlar kesiyor, Nuh’a 950 yıl ömür veriliyor. Rab’da yaptığına pişman oluyor.
Kuran’da bu olay 7 Sure içinde 20 kadar Ayette değişik şekillerde çok yüzeysel olarak yazılmış. Tufan adı bir kez geçiyor, geminin nasıl yapılacağı, Tufan’ın ne kadar sürdüğü gemiden nasıl çıktıkları, Nuh’un neden 950 yıl yaşadığı bildirilmemiş.
Buna karşın Allah’ın insanlara kızması, olayın Nuh’a bildirilmesi, gökten, yerden suların taşması, gemimin bir dağa yanaşması, bir kısım insanların kurtulması.. Tevrat ile paralel.
1872 yılına kadar Tufan hikayesinin yalnız Tevrat’ta olduğu biliniyordu. Fakat Ninive’de çıkarılan Asurbanipal Kitaplığı içindeki bir çiviyazılı tablet okununca büyük bir şaşkınlık olmuştur. Gilgamış Destanı’nın son kısmını oluşturan bu hikayeyi, ölümsüzlüğü arayan Gilgamış’a Nuh’un Babilce karşılığı olan Utnapiştim anlatmış. Buna göre çoğalan insanların gürültüsünden rahatsız olan Tanrılar bir tufan yapmaya karar veriyorlar. Fakat Bilgelik Tanrısı gizlice bir duvar arkasından Utnapiştim’e durumu bildiriyor. Gemi 7 günde yapılıyor. İçine Utnapiştim akrabalarını, sanatçıları çeşitli hayvanları dolduruyor. Tufan başlıyor. 6 gün 6 gece sürüyor. 7’inci gün gemi Nizir Dağı’na oturuyor. Suların çekildiği kuşlar gönderilerek anlaşılıyor. Gemiden dışarı çıkınca Utnapiştim kurbanlar kesiyor. Onların kokusunu duyan Tanrılar üşüşüyor. Tanrılar Utnapiştim’e ölümsüzlük vererek Tanrıların bulunduğu yerde oturtuluyor.
Bu hikaye geç çağda Sami olan Akat dilinde yazılmıştır.
Bu yüz yılın daha erken çağına ait bu hikayenin Sümercesi bulundu. Tablet çok kırık olmasına rağmen, Tanrıların bir tufan yapmaya karar verdiği, bu kararı Bilgelik Tanrısı Enki’nin duvar arkasından Utnapiştim’in Sümerce karşılığı Zinusudra’ya bildirdiği, Tufan’ın 7 gün 7 gece sürdüğü, bittiğinde Zinusudra’nın kurbanlar yaptığı yazılı.
Görüldüğü gibi Tufan hikayesinin Sümerlilerde yazıya geçtiği, onlardan Akad’ların aldığı onlardan da Tevrat’a, arkadan Kuran’a geçtiği anlaşılmaktadır.
Sümer’de vaktiyle insanların tek dilde konuştuğu, fakat Bilgelik Tanrısı’nın kızarak onu bozduğu ve insanların dillerini karıştırdığı yazılı. Bu konu Tevrat’da olduğu gibi Kuran’da da var. Bunun izini 2 ayette buluyoruz.
Birincisi: Hud: 118-119
Rab’ın dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı, onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler. Zaten Rab onları bunun için (dalaşsınlar diye) yarattı. Rab’ın “ Andolsun ki cehennemi tüm insanlar ve cinlerle dolduracağım ” sözü yerini buldu.
İkincisi: Maide 5: 48
(Ey Ümmetler!) Her birinize bir yol ve şeriat verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı. Fakat size verdiğinde (yol ve şeriatta) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyle ise birbirinizle yarışın, hepinizin dönüşü Allah’adır. Üzerinde ayrılığa düştüklerinizi o haber verecektir.
Eyüp Peygamberin sabrı ve ödüllendirilmesi konusu Tevrat’ta 1040 satırlık şiir halinde yazılmış, Sümer’de de “İnsan ve onun Tanrısı” adlı şiir aynı konuyu kapsıyor, çeşitli felaketlere uğrayan bir adam sabır ederek Tanrılara yaptığı dualar ve yakarışlarla bunlardan kurtuluyor, eski sağlık ve zenginliğine kavuşuyor. (4) İlginç olanı 1846’da bir Amerikalı tarafından yazılan bir kitapta, Tevrat’taki bu şiirin Musevilere ait olamayacağı, başka bir dilden aktarmış olduklarını yazması. En az yüzyıl sonra bunun Sümerlilerden alındığı kanıtlandı. (5)
Kuran’da bu konu 2 sure içinde 15 ayette (Enbiya: 81-94, Sad: 41-44) kısa olarak yazılmasına rağmen, dert ve üzüntülerin sabır ve Allah’a dua ile giderileceği, eski varlığa kavuşulacağı bildiriliyor.
Suların kan olması: Tevrat çıkış- Bab 7: 14-25’de Musa suları kana çeviriyor.
Bu Kuran’da – Araf, 132-133 ayetlerinde “ ..Su baskınını, çekirgeyi, kurbağayı, ve kanı her birini ayrı mucizeler olarak onlara musallat ettik.” deniyor. Bu da Sümer’in aşk Tanrıçası İnanna’nın, kendisine tecavüz eden bahçıvana kızarak ülkesinin sularını kana çevirmesine paralel. (6)
Kuran – Bakara, 102: Adı geçen Harut Marut meleklerine ait hadislerde yazılan hikayelere göre bunlar, Sümer’lilerin Venüs yıldızını simgeleyen Aşk Tanrısı’nın aşıkları çoban Tanrısı Dumuzi ile çiftçi Tanrısı Enkidu’nun bir devamıdır. (7)
Tevrat’taki Süleyman’ın Şarkılar Şarkısı bölümündeki şiirlerin Sümer’de yeni yıl bayramlarını oluşturan kutsal evlenme törenindeki şarkılara paralel olduğu hatta birçok satırların aynı olduğu saptandı. (8)
Tevrat – Tekvin, 12’de anlatıldığına göre İbrahim Peygamber karısı ile Mısır’a gidiyor. Karısı güzel olduğu için onu alıp kendisini öldürecekler korkusu ile İbrahim, karısını kız kardeşi olarak tanıtıyor. Firavun onu karılığa alıyor, fakat saraya gelen felaketlerin kadının yüzünden olduğunu öğrenen Firavun kadını bir cariye ile geri veriyor. Ayrıca sığırlar, altın ve gümüşlerle İbrahim’i zengin olarak ülkesine gönderiyor.
Bu hikayede İbrahim neden karısının kız kardeşi olduğunu söylüyor? Neden onu krala veriyor? Neden bunun için İbrahim cezalandırılacağı yerde Firavun cezalanıyor? Neden Firavun İbrahim’i zengin yapıyor? .. sorularına yüz yıllar boyunca Tevrat araştırıcıları cevap bulmaya çalışmışlardır.
1946 yılında İsrail’de Kumran mağaralarında İsa zamanına yakın tarihlenebilen tomar halinde İbranice ve Aramica yazılı metinler bulundu. Deri üzerine yazılmış, fakat samanla çok yıpranmış metinlerin çevirilerini bilim adamları zorlukla da olsa yapmaya çalışmaktadırlar. İşte bu belgelerden birinde bu hikayenin daha ayrıntılı olarak yazılmış olduğunu gördüm.(9) Buna göre aslında böyle bir olay olmamış. İsraillilerin, Sümer’in Kutsal Evlenme Efsanesi’nden çeşitli motifleri alarak bu hikayeyi meydana getirmiş oldukları anlaşılıyor.(10)
Bize Sümer yolunu açarak, bunları meydana çıkarmamızı sağlayan Ata’mızı şükranla anıyorum.
Muazzez İlmiye Çığ
Çivi Yazıları Uzmanı
Bu geniş konuyu kısa süreye sığdırmak olanaksız. Elden geldiğince özetleyerek genel bir bilgi vermeye çalışacağım.
Kimdi bu Sümerliler? Ne yapmışlar? Kendilerinden yüzlerce sene sonra gelenleri nasıl etkilemişlerdir?
Sümerliler bundan hemen hemen 6000 yıl önce Mezopotamya’ya gelip yerleşmişler ve orada izleri zamanımıza kadar ulaşan büyük bir uygarlık geliştirmişlerdir. Bu uygarlığın en önemli buluşu tekerlek ve dillerine göre bir yazıdır.
Yazı ilk olarak resim şeklinde taşlar üzerine yazılmış. Daha sonra Dicle ve Fırat nehirlerinin getirdiği bol kil üzerine yazılmaya başlanmış. Bu yüzden yazı şekil değiştirerek işaretleri oluşturan çizgiler çiviye benzemiş, (Bunun için şimdi “ çiviyazısı ” deniyor) kelimeler de kısmen hece olmuş. Böylece hem kendileri istediklerini yazabilmişler, hem de Ortadoğu milletleri olan Babilliler, Asurlular, Hurriler, Hititler, Urartuların da kendi dillerini yazmalarını sağlamışlardır. Ugarit ve Persler de bu yazıdan harf yazısı yaparak yararlanmışlardır.
Geçen yüzyıldan beri gerek Mezopotamya’da gerek Anadolu ve Suriye’de yapılan kazılarda on binlerce çiviyazılı tablet bulunmuş, yazılar okunmuş, diller çözülmüş ve tamamıyla unutulmuş, en az üçbin yıllık Ortadoğu milletlerinin tarihleri, dinleri, efsaneleri, günlük yaşantıları ortaya çıkmıştır. (1)
Bu yazılı belgelerin en önemlileri Sümer Edebiyatı ve dinine ait olanlardır.
Sümer Dini çok Tanrılı bir dindi. Fakat inanç ve dini işlemlerde tek Tanrılı dinlere büyük etkileri olduğu anlaşılıyor.
Tanrı’nın yaratıcı ve yok edici gücü, Tanrı korkusu, insanların Tanrı tarafından yargılanması, Tanrılara yaranmak için kurbanlar verilmesi, törenler, dualar, tütsüler, ilahiler, çalgılarla Tanrı’yı sevindirmek, iyi ahlaklı, saygılı olmak ve temizlik, Sümer inanışlarının temeli idi. Bunlar tek Tanrılı dinlere geçmiş.
Sümerlilere göre Tanrılar şehirleri ve bütün kültür varlıklarını meydana getirip insanlara vermişlerdir.
Aynı düşünceyi Kuran’da da buluyoruz. Allah’ın insanlara elbiseler yaptığı (Araf: 26), dağlara barınaklar, sıcaktan koruyacak elbiseler, savaştan koruyacak zırhlar (Nahl: 81) ve gemileri (Yasin: 82) yaptığı yazılıyor.
Sümer’de Tanrılar “ol” deyince o şey olur. Yasin: 82’de “Allah’ın yaratmak istediğine ‘ol’ demesi yeterlidir.” denmektedir.
Sümer’de Tanrılar istediklerini yok ederler. Ordular Tanrılarındır. Aynı düşünceyi Kuran’da da (Enfal: 17) savaşta insanların değil, Allah’ın öldürdüğü, atılan öldürücü silahların Allah tarafından atıldığı yazılı.
Sümer Tanrıları kızarsa kendi ülkelerini bile yakıp yıkarlar. Tevrat’da, Yahve’ (Yehova) nın insanlara kızarak onlara yok edici felaketler verdiği, komşu devletleri İsrail’in üzerine saldırttığı bildirilmektedir.
Kuran’daki birçok sure içinde Allah’ın çeşitli milletleri nasıl yok ettiği sayılmaktadır. Bunların bazıları kasırga, bazıları dondurucu soğuk ile ortadan kalkmış (Ankebut: 38, Furkan: 38, Hace: 44, Akkaf: 27, Muhammet: 13, Fussilet: 13.. bunlardan birkaçı).
Sümer Tanrılarının gök yüzünde Duku denilen toplandıkları yerleri, kürsüleri vardı. İsraillilere göre de Tanrı’nın gökte sarayı ve etrafında bir çok yarattıkları var. Kuran da 26 ayette Allah’ın Arş’da, etrafında melekler, cinlerden oluşan bir toplulukta oturduğu yazılı. Arş’da saray demek.
Sümer’de Krallar yeryüzünde Tanrıların vekili sayılıyor. İslam’da da halife Allah’ın gölgesi, vekili idi. Papa da öyle. İslam’a giren kadınların başlarını örtmeleri Sümer mabed fahişelerinin simgesiydi.
Sümerliler dünyadaki olayların ve Tanrı isteklerinin yıldızlarda yazılı olduğuna inanırlardı. Burue: 17-18, Nemi: 75 ayetlerinde Kuran’ın ve diğer olayların gökte Levh-i Mahfuz’da yazılı olduğu bildiriliyor.
Sümer’de sosyal adaleti koruyan Tanrıça senede bir kez insanları, o yıl içindeki davranışlarını göre yargılar. Bu inanış İslam’a Şaban ayının on beşindeki Beraat Kandili olarak girmiş.
Sümerliler dini törenlerini ayın görünüşüne göre yaparlardı. Tek Tanrılı dinlerde de öyle.
Sümer’de her şahsın ve ailesinin kendilerine özgü bir Tanrısı vardı. Onun görevi onları korumak isteklerini büyük Tanrılara iletmekti. Kuran’da (Kaf: 17-18) “ hiç kimse yoktur ki, onun üzerinde bir koruyucusu ve denetleyicisi bulunmasın ” denmektedir.
Tevrat ve Kuran’da bulunan evrenin, insanın yaradılışı, Havva’nın Adem’in kaburgasından var edilişi, Habil Kain cinayeti, Cennet’ten Kovulma, Tufan, Babil Kulesi, Tek Dil, Eyüp Peygamber, konuları hep Sümerlilerden gelmektedir.
Bunlardan başka Kuran’daki Harut Marut Melekleri ile ilgili konu,
Tevrat’taki Süleyman’ın “ Şarkılar Şarkısı “ bölümü (2),
İbrahim Peygamber’in karısı Sara’yı Firavun’a sunma hikayesinin de Sümerlilerin bereket kültünü oluşturan Kutsal Evlenme Törenleri’nden kaynaklandığı son yıllarda anlaşıldı. (3)
Kuran’da her konu ayrı ayrı çok yüzeysel çeşitli surelerdeki ayetlere dağılmış ve birbirlerine bağlantısız olarak yazılmış.
Yaratılış: Her üç dinde de evren büyük bir su, Ondan bir dağ çıkıyor, ikiye ayrılıyor. Üstü gök, altı yer oluyor. İnsan çamurdan Tanrı görüntüsünden yaratılıyor. İlk yaratıldığına inanılan “ Adam “ ın anlamı da “ Kırmızı Toprak.” Havva’nın Adem’in kaburgasından yaratılması ve Cennet’ten kovulmaları da bir Sümer efsanesinden geliyor:
Kuran’da Aden Bahçeleri olarak tanımlanan Sümer’in Tanrılar Bahçesi Dilmun’da, Yer Tanrıçası 8 bitki yetiştiriyor. Bunların koparılması yasak. Fakat Bilgelik Tanrısı dayanamayıp tatlarına bakıyor. Buna çok kızan Tanrıça, Tanrı’yı lanetleyerek yok oluyor. Bunun üzerine Bilgelik Tanrısı ölüm derecesinde hastalanıyor. Büyük zorluklardan sonra Tanrıça bulunarak Bilgelik Tanrısı’nı iyi etmesi için ikna ediliyor.Tanrıça hasta olan 8 bitkiye karşı 8 organı için 8 Tanrı ve Tanrıça yaratıyor.
Son olarak Tanrı’nın kaburgasını iyi edecek bir Tanrıça’dır. Adı da “ Kaburganın Hanımı ‘ anlamına gelen “ Ninti “ dir. Burada Nin - Hanım, Ti ise Kaburga demektir, 'Ti ’ nin bir anlamı da “ Yaşam “ dır. Eğer isme buna göre anlam verirsek “ Yaşamın Hanımı “ olur.
Bu efsane Tevrat’a geçerken Tanrıça kaburgadan yaratılan kadın olmuş, Kaburganın Hanımı anlamına gelen ad yerine de Yaşamın Hanımı anlamına gelen Havva adı konmuştur. Burada Tanrıların Bahçesi, yani Cennet, yasak meyve, meyveyi yiyen erkek Tanrı, kaburga ile ilgili kadın (Tanrıça) ve Tanrı’nın yasak meyve yiyip lanetlenmesi Tevrat hikayesine tamamıyla uymaktadır.
Kuran’da ne Havva’nın adı, ne de kaburgadan yaratıldığı yazılı. Cennetten Tevrat’taki gibi yılan değil, şeytan çıkartıyor onları. Yasak ağacın adı “ Sonsuzluk Ağacı.”
Adem’in çocukları Habil Kain (İslam’da Kabil) Hikayesi: Tevrat’a göre Habil koyun çobanı, Kain çiftçi. İkisi üzümlerinden Tanrı’ya sunuyor. Tanrı Habil’in getirdiğini beğendiği için kardeşi Kain onu öldürüyor. Konu Kuran’da Maide 27-31’de, ne çocuklarının adları, ne getirdikleri yazılıyor. Hadislerde de bol bol ve çeşitli şekillerde anlatılmış.
Sümer’de hikaye şöyle: Çoban Tanrısı ile Çiftçi Tanrısı, Aşk Tanrıçası ile evlenmek isterler. Tanrıça, Çoban Tanrısı’nı ve onun getirdiği ürünleri yeğler. Çiftçi de aradan çıkar. Buna paralel bir başkasında “ Yaz “ kendi ürünü olan tahılı, “ Kış “ da hayvanlarından Tanrı Enlil’e sunarlar. Tanrı “ Kış “ ın ürünü hayvanı kabul eder. Ya da buna razı olur. Tevrat’ta neden onlara cinayet yaptırılmış? Hele böyle bir din kitabında!
Tufan: Tevrat - Tekvin Bab - 8:9 ‘ da Tufan olayı kısaca şöyle anlatılmış:
İnsanlar bozulmuş olduğundan Rab hepsini yok etmeye karar veriyor. Yalnız Rab’a iman eden Nuh’a Tufan yapacağını, tarif ettiği gibi bir gemi yapmasını, içine neler alacağını bildiriyor. Nuh söyleneni yapıyor. Tufan başlıyor, 40 gün sürüyor. Sular 150 günde çekiliyor. Gemi Ararat dağına oturuyor. Sular tamamiyle çekildikten sonra Nuh gemiden çıkarak Rab’a kurbanlar kesiyor, Nuh’a 950 yıl ömür veriliyor. Rab’da yaptığına pişman oluyor.
Kuran’da bu olay 7 Sure içinde 20 kadar Ayette değişik şekillerde çok yüzeysel olarak yazılmış. Tufan adı bir kez geçiyor, geminin nasıl yapılacağı, Tufan’ın ne kadar sürdüğü gemiden nasıl çıktıkları, Nuh’un neden 950 yıl yaşadığı bildirilmemiş.
Buna karşın Allah’ın insanlara kızması, olayın Nuh’a bildirilmesi, gökten, yerden suların taşması, gemimin bir dağa yanaşması, bir kısım insanların kurtulması.. Tevrat ile paralel.
1872 yılına kadar Tufan hikayesinin yalnız Tevrat’ta olduğu biliniyordu. Fakat Ninive’de çıkarılan Asurbanipal Kitaplığı içindeki bir çiviyazılı tablet okununca büyük bir şaşkınlık olmuştur. Gilgamış Destanı’nın son kısmını oluşturan bu hikayeyi, ölümsüzlüğü arayan Gilgamış’a Nuh’un Babilce karşılığı olan Utnapiştim anlatmış. Buna göre çoğalan insanların gürültüsünden rahatsız olan Tanrılar bir tufan yapmaya karar veriyorlar. Fakat Bilgelik Tanrısı gizlice bir duvar arkasından Utnapiştim’e durumu bildiriyor. Gemi 7 günde yapılıyor. İçine Utnapiştim akrabalarını, sanatçıları çeşitli hayvanları dolduruyor. Tufan başlıyor. 6 gün 6 gece sürüyor. 7’inci gün gemi Nizir Dağı’na oturuyor. Suların çekildiği kuşlar gönderilerek anlaşılıyor. Gemiden dışarı çıkınca Utnapiştim kurbanlar kesiyor. Onların kokusunu duyan Tanrılar üşüşüyor. Tanrılar Utnapiştim’e ölümsüzlük vererek Tanrıların bulunduğu yerde oturtuluyor.
Bu hikaye geç çağda Sami olan Akat dilinde yazılmıştır.
Bu yüz yılın daha erken çağına ait bu hikayenin Sümercesi bulundu. Tablet çok kırık olmasına rağmen, Tanrıların bir tufan yapmaya karar verdiği, bu kararı Bilgelik Tanrısı Enki’nin duvar arkasından Utnapiştim’in Sümerce karşılığı Zinusudra’ya bildirdiği, Tufan’ın 7 gün 7 gece sürdüğü, bittiğinde Zinusudra’nın kurbanlar yaptığı yazılı.
Görüldüğü gibi Tufan hikayesinin Sümerlilerde yazıya geçtiği, onlardan Akad’ların aldığı onlardan da Tevrat’a, arkadan Kuran’a geçtiği anlaşılmaktadır.
Sümer’de vaktiyle insanların tek dilde konuştuğu, fakat Bilgelik Tanrısı’nın kızarak onu bozduğu ve insanların dillerini karıştırdığı yazılı. Bu konu Tevrat’da olduğu gibi Kuran’da da var. Bunun izini 2 ayette buluyoruz.
Birincisi: Hud: 118-119
Rab’ın dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı, onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler. Zaten Rab onları bunun için (dalaşsınlar diye) yarattı. Rab’ın “ Andolsun ki cehennemi tüm insanlar ve cinlerle dolduracağım ” sözü yerini buldu.
İkincisi: Maide 5: 48
(Ey Ümmetler!) Her birinize bir yol ve şeriat verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı. Fakat size verdiğinde (yol ve şeriatta) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyle ise birbirinizle yarışın, hepinizin dönüşü Allah’adır. Üzerinde ayrılığa düştüklerinizi o haber verecektir.
Eyüp Peygamberin sabrı ve ödüllendirilmesi konusu Tevrat’ta 1040 satırlık şiir halinde yazılmış, Sümer’de de “İnsan ve onun Tanrısı” adlı şiir aynı konuyu kapsıyor, çeşitli felaketlere uğrayan bir adam sabır ederek Tanrılara yaptığı dualar ve yakarışlarla bunlardan kurtuluyor, eski sağlık ve zenginliğine kavuşuyor. (4) İlginç olanı 1846’da bir Amerikalı tarafından yazılan bir kitapta, Tevrat’taki bu şiirin Musevilere ait olamayacağı, başka bir dilden aktarmış olduklarını yazması. En az yüzyıl sonra bunun Sümerlilerden alındığı kanıtlandı. (5)
Kuran’da bu konu 2 sure içinde 15 ayette (Enbiya: 81-94, Sad: 41-44) kısa olarak yazılmasına rağmen, dert ve üzüntülerin sabır ve Allah’a dua ile giderileceği, eski varlığa kavuşulacağı bildiriliyor.
Suların kan olması: Tevrat çıkış- Bab 7: 14-25’de Musa suları kana çeviriyor.
Bu Kuran’da – Araf, 132-133 ayetlerinde “ ..Su baskınını, çekirgeyi, kurbağayı, ve kanı her birini ayrı mucizeler olarak onlara musallat ettik.” deniyor. Bu da Sümer’in aşk Tanrıçası İnanna’nın, kendisine tecavüz eden bahçıvana kızarak ülkesinin sularını kana çevirmesine paralel. (6)
Kuran – Bakara, 102: Adı geçen Harut Marut meleklerine ait hadislerde yazılan hikayelere göre bunlar, Sümer’lilerin Venüs yıldızını simgeleyen Aşk Tanrısı’nın aşıkları çoban Tanrısı Dumuzi ile çiftçi Tanrısı Enkidu’nun bir devamıdır. (7)
Tevrat’taki Süleyman’ın Şarkılar Şarkısı bölümündeki şiirlerin Sümer’de yeni yıl bayramlarını oluşturan kutsal evlenme törenindeki şarkılara paralel olduğu hatta birçok satırların aynı olduğu saptandı. (8)
Tevrat – Tekvin, 12’de anlatıldığına göre İbrahim Peygamber karısı ile Mısır’a gidiyor. Karısı güzel olduğu için onu alıp kendisini öldürecekler korkusu ile İbrahim, karısını kız kardeşi olarak tanıtıyor. Firavun onu karılığa alıyor, fakat saraya gelen felaketlerin kadının yüzünden olduğunu öğrenen Firavun kadını bir cariye ile geri veriyor. Ayrıca sığırlar, altın ve gümüşlerle İbrahim’i zengin olarak ülkesine gönderiyor.
Bu hikayede İbrahim neden karısının kız kardeşi olduğunu söylüyor? Neden onu krala veriyor? Neden bunun için İbrahim cezalandırılacağı yerde Firavun cezalanıyor? Neden Firavun İbrahim’i zengin yapıyor? .. sorularına yüz yıllar boyunca Tevrat araştırıcıları cevap bulmaya çalışmışlardır.
1946 yılında İsrail’de Kumran mağaralarında İsa zamanına yakın tarihlenebilen tomar halinde İbranice ve Aramica yazılı metinler bulundu. Deri üzerine yazılmış, fakat samanla çok yıpranmış metinlerin çevirilerini bilim adamları zorlukla da olsa yapmaya çalışmaktadırlar. İşte bu belgelerden birinde bu hikayenin daha ayrıntılı olarak yazılmış olduğunu gördüm.(9) Buna göre aslında böyle bir olay olmamış. İsraillilerin, Sümer’in Kutsal Evlenme Efsanesi’nden çeşitli motifleri alarak bu hikayeyi meydana getirmiş oldukları anlaşılıyor.(10)
Bize Sümer yolunu açarak, bunları meydana çıkarmamızı sağlayan Ata’mızı şükranla anıyorum.
Muazzez İlmiye Çığ
Çivi Yazıları Uzmanı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)